DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C
İstanbul
°C
°C
°C
°C
°C

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel ülkemin tüm çocuklarına ilham veren hikâyem ve hayallerimle dolu, sevgiyle anlatılan unutulmaz bir macera. Keşfetmeye hazır mısın?

09.05.2025
A+
A-

Size Hikâyemi Anlatmanın Zamanı Geldi

Bütün hikayemi sizinle paylaşmak istiyorum. Biliyorum, hepinizin hayallerinde büyük yer tutan futbol ve onun büyülü dünyasıyla tanışmak istiyorsunuz. Bu hikâyenin ilham verici olmasını ve özellikle kız ve erkek çocuklarımıza, “Her şey mümkün” mesajını vermesini diliyorum. Sadece birkaç yıl önce, ben de sizin gibi hayaller peşindeydim. Aslında komik… 12 yaşındayken bir Playstation almak için neredeyse dünyaları sarmıştım. Bunu ne kadar çok istediğimi anlatamam bile. Babama her gün yalvarırdım: “Lütfen bana FIFA 17 al!” O zamanlar pek video oyunu oynamazdım, çünkü çoğu zaman sokakta futbol oynardım. Ama bir gün arkadaşlarım PS4 ve FIFA 17 ile geldiğinde, hayatım değişti. Alex Hunter ile kariyer modunu görünce – gerçekten çıldırmıştık. Peki, Alex Hunter’ı hatırlıyor musunuz? Bazılarınız için biraz eski olabilir, çünkü FIFA 17’nin “The Journey” (Yolculuk) adlı modu vardı. Bu modda, bilinmeyen bir çocuk olan Alex karakteriyle başlayıp büyük kulüplerle anlaşmaya çalışıyorduk. Başarırsak, Cristiano Ronaldo gibi yıldızların yanına çıkıp, sahada gerçek bir rüya gibi bir deneyim yaşıyorduk. Bu, bizim için sadece bir oyun değil, hayallerimizin gerçekleşmesine bir kapıydı. O kadar bağlanmıştım ki, arkadaşımın evinden eve dönerken bile sürekli PS4 için babama yalvarırdım. “Çok uslu olacağım, derslerime çalışacağım!” Ama Türk anne ve babalarının bilirsiniz, ‘İstediğin her şey anında olur’ gibi bir mantığı yoktur. Babam uzun süre sadece “Biraz bekle, birkaç işi halletmem lazım…” dedi. Bu ne demek istediğinden tam emin değildim, ama bir gün okuldan eve döndüğümde mutfak masasında büyükçe bir paket vardı. Playstation kutusu, gerçekten büyüleyiciydi. Çıldırmıştım. Babama baktım ve “Gerçekten mi?” diye sordum. O da “Gerçekten” dedi. Kutuyu açtığımda, içinden bir sürü oyun çıktı, disk gerektirmeyen, çok yeni ve kullanışlı bir sistem. İçimde bir sevinç vardı, sanki tüm dünya benim olacaktı. Bu kadar çok yalvarmışken, şimdi bana 20 oyun veriyordu. Babama sordum: “Piyangodan mı kazandın?” O ise sadece “İyi bir fiyat yakaladım” diyerek gülümsedi. Mağazada mı yoksa pazarda mı diye sordum, o da “Yok, pazardan” dedi. Bir gün FIFA’da Yolculuk modunun olmadığını fark ettim. Alex Hunter’ı bulamadım, sadece tuhaf isimler vardı. Cristiano Ronaldo’yu seçtiğimde, “MD White” isimli bir takımı tercih etmem gerekiyordu. Bu anlarda, babama tekrar gittim ve “Baba, gerçekten FIFA aldın mı? Biraz garip duruyor” dedim. O ise “Evet, eminim” diye yanıt verdi. Bu süreçte, yıllarca bu oyunu oynadım, başka bir futbol oyunu oynamamıştım. Ama bir gün arkadaşlarım gelip, “Arda, bu FIFA değil, taklitmiş” dediklerinde, gerçekten şaşırmıştım. “Hayır, bu gerçek futbol oyunu” diyordum. Ama onların tepkisi, biraz utanç vericiydi. Bu anı, kalbime kazındı. Çakma FIFA’m olsa da, onu seviyorum. Çünkü bu, benim hayalim ve tutkum. Gerçek bir saha, gerçek bir kale ya da yeni bir Playstation’a ihtiyacım yok; taşlardan yapılmış kaleler ve hayallerim yeter bana. Türk zihniyeti böyledir. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Ben, büyük bir ailenin çocuğu değilim, herhangi bir futbolcu ailesinden de gelmiyorum. Ankara’da, bir apartman dairesinde büyüdüm. Annem ev hanımıydı, babam ise yeni iflas etmiş, küçük bir dükkan işletiyordu. Peki, neden iflas etti? Bu sorunun cevabı aslında Türkiye’nin her köşesinde bulunabilir. Futbol. Biraz babamdan bahsedeyim. Futbolu ne kadar çok severdi? Hadi anlatayım. Ben daha yeni yürümeye başladığımda, şut çekmem için sol ayağımın önüne balonlar koyardı. Solak bir futbolcu olmamı isterdi. O sadece bir Fenerbahçe taraftarı değil, onun adeta bir Fenerbahçe sembolü olduğunu söyleyebilirim. Hep derdi ki, ‘Bizim damarlarımızdaki kan sarı-lacivert akar’. Bir defasında, derbide gol attığımızda, koltuktan öyle bir fırladı ki, tavandaki lambayı kırdı. 2010 yılında, şampiyonluktan çok uzak kaldığımızda ise, sinirle bir kutuya tekme attı ve ayağını incitti — tam bir çizgi film karakteri gibiydi. Babam sayesinde, doğduğum andan itibaren Fenerbahçeli oldum. Neredeyse kelimenin tam anlamıyla. En büyük hayallerimden biri, Fenerbahçe’nin maçını stadyumda izlemekti. O zamanlar, bilet bulmak neredeyse imkânsızdı. Sayfayı yeniledikçe, saatlerce beklerdik. Saat tam 13:00’de sayfa yenilenir ve biletler tükenirdi. Her seferinde aynı hikâye. Ama 2014’te, ben dokuz yaşında iken, Fenerbahçe’ye özel bir ceza verildi ve tribünler kapatıldı. Ama bu, bizim için büyük bir fırsattı. Biletler satışa çıkmadan önce, gece saatlerce sıraya girdik. Annem, babam, ablam ve ben, İstanbul’a gidip, saatlerce sırada bekledik. Ertesi sabah, ilk kez Şükrü Saraçoğlu’nda olmak, adeta gerçek bir rüya gibi gelmişti. İçeriye adım attığınızda, merdivenleri çıkarken, tribünleri ve sahayı biraz daha yakından görebilirsiniz. Ve sonra, o eşsiz atmosfer… Tribünlerde erkekler yoktu, ama emin olun, sadece çocuklar olsa bile, o stad dünyanın en güzel atmosferlerinden biri olurdu. Orada, Aziz Yıldırım’ı gördüm; dokuz yaşımda bile onun kim olduğunu anlamıştım. Onu görebilmek için aşağı koştum, o kadar heyecanlıydım ki, anneme nereye gittiğimi söylemeyi unuttum. Annesi ise, bana baktı ve “Arda yok mu?” diye sordu. 20 dakika boyunca, beni kaybettiğini sanmıştı. Bu durum, onu gerçekten üzmüştü. (Özür dilerim anne!) O atmosferde olmak, adeta cennet gibiydi. Çocuklar, umarım sizler de bir gün bu duyguyu yaşarsınız. Stad, benim sokakta top oynadığım alanlardan çok daha büyüktü. Apartmanımızın dışında, mahalledeki büyük çocuklarla basketbol oynardım. Okulda veya parkta, hatta arabalı otoparklarda bile maçlar yapardım. Babam ise, sürekli bunların parasını ödemek zorunda kalırdı. Ama bizim iflasımızın sebebi sadece bu değildi. Mahmut adında bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Dokuz yaşımda, babama beni Gençlerbirliği Akademisi’ne yazdırması gerektiğini söyledi. Babam ise, bu fikre başlamadan önce tereddüt etti; çünkü oraya gitmek en az bir saat yol demekti. Ama Mahmut Hocam, bende bir potansiyel fark etti ve babamı ikna etti. Babam, beni her gün idmana götürmeye başladı. Bu, onun için büyük bir fedakârlıktı. Bu sırada, dükkanımız da ortağımıza emanet edilmişti. Bir gün, babam beni yanına çağırdı ve dedi ki, “Oğlum, dükkanı kapatmamız gerekiyor.” İflas etmiştik. Bu, bizim tek gelir kaynağımızdı. O dönemlerde, arkadaşlarımın beni waffle yemeye çağırdığını hatırlıyorum. Ama bu durumda “Param yok” diyemiyordum. Ya çok yorgun olurdum ya da “Yetişemem” derdim. Neyse ki, her zaman soframızda yemek olurdu. Biliyorum; birçok çocuk, uyuyacak bir evi ve sığınacak bir çatıyı bile bulamıyor. Çok şükür, bizim şansımız var. Bir süre sonra, ailem yeni bir dükkan açtı. Bu, maddi durumumuzu biraz hafifletti. Ama birkaç yıl sonra, Fenerbahçe beni istediğinde, aklımızda sadece futbol vardı diyemem. Paraya ihtiyacımız vardı. Karar vermek ise, tam üç ay sürdü; çünkü böyle büyük bir karar, hayatınızı kökünden değiştirir. Ben 13 yaşındayken, annem ve babam, memlekette kalıp kalmam konusunda tereddüt ediyorduk. Hayalim, Fenerbahçe’de oynamaktı, ama bu büyük bir riskti. Geleceğin ne getireceğinden kimse emin olamazdı. Sonunda, babam “Büyük denizde boğulacaksan, boğul” dedi. Bu, İstanbul’a gitmek anlamına geliyordu. “Altı ay sonra, her şey yolunda giderse, biz de geliriz” diyerek, Ankara’dan ayrıldık. Babam, tüm sevdiklerimizi topladı; doğum günümde, büyükçe bir pasta ile kutlama yaptık. Ama annem, sürekli ağlıyordu. Bu kadar çok gözyaşı görmemiştim. Kendime söz verdim: Yakında İstanbul’da olacağım ve gururla duracağım. Ama en çok hatırladığım, ablamın, beni arabaya bindirirken bana söylediği söz: “Arda, buzdolabını doldurman gerek.” Bu söz, 13 yaşındaki bir çocuk için oldukça ağırdır. O kadar büyük sorumluluklar yüklendi ki, kendimi sadece eğlenmek isteyen bir çocuk olarak görememeye başladım. Ailemin taşınmayı düşündüğünü bilmek, içimde büyük bir korku ve endişe yarattı. Bu yüzden, oda arkadaşım aracılığıyla, “Babama mesaj gönder, Arda’nın durumu iyi değil” dedim. O da “Gerçekten mi?” diye sordu. “Evet, sadece yardım etsin” dedim. Bu mesaj işe yaradı ve ailem İstanbul’a taşındı. Evi sattılar, dükkanı kapattılar, arkadaşlarından ayrıldılar. Tüm geleceklerini küçük oğullarına bağladılar. Eğer başarısız olsaydık, her şeyimiz sona ererdi. Ama şükür, babam kısa sürede yeni bir iş buldu. Zagreb’de U17 turnuvasına katıldık ve orada Modrić’in bir fotoğrafı vardı. Antrenörlerden biri kolumu tutup, “Bir gün onun gibi olacaksın” dedi. Bu, çocuk dünyasında gerçeküstü bir cümleydi. Bir gün, Fenerbahçe beni A takım hazırlık maçına çağırdı. O zaman 15 yaşındaydım ve ilk defa büyüklerin seviyesine yaklaştım. Güçlü ve dayanıklı olmanın ne kadar önemli olduğunu anladım. 2021 Ağustos ayında, ilk kez Vítor Pereira beni maç kadrosuna aldı. O an, kalbim o kadar hızlı attı ki, PlayStation’daki titremenin bile önüne geçti. Sahaya çıkarken, hayalimdeki golü atma hayali vardı. O an, içimde büyük bir motivasyon ve cesaret vardı. Maç sonunda, o anı hiç unutamam; tüm hayatım boyunca hatırlayacağım bir an. Taraftarların verdiği destek ve o büyük atmosfer, bana güç verdi. Bütün hayallerim gerçek oldu. Bu süreçte, Türk taraftarlarının ve takım arkadaşlarımın bana olan güveni, bana büyük güç verdi. Bir gün, Dinamo Kiev’e karşı oynadığım maçta, ikinci hayalim olan, Fenerbahçe için bir frikik golü atmak, gerçekleşti. Tüm hayatım boyunca bu anı hayal ettim ve sonunda gerçekleşti. Golü attıktan sonra, formamda büyük bir mesaj yazdım: “ANNEMİ ÇOK SEVİYORUM”. Bu, onun bana gösterdiği sevginin ve şefkatin en büyük göstergesiydi. Sonra, en büyük hayalim olan, Fenerbahçe’nin 10 numaralı formasıyla oynamak, gerçek oldu. Bu, benim için büyük bir gurur ve onur kaynağıydı. O formayı giyerken, kendimi yenilmez hissediyorum. Attığım her gol, bana bu büyük sorumluluğu hatırlatıyor. Yakın zamanda, milli takımda ilk kez forma giydim ve bu benim için büyük bir adım oldu. İstanbul ve Ankara arasındaki farkı çok iyi biliyorum; İstanbul’un imkanları ve enerjisi, hayallerimi gerçekleştirmemi sağladı. Ailemin ve bana inananların desteğiyle, bugünlere geldim. İnanıyorum ki, gençler olarak, sizler de kendi hayallerinizin peşinden gidin. Çünkü, büyük hayaller büyük başarılar getirir. Bu mektubu okuyan herkese, şunu hatırlatmak isterim: Hayallerinizin peşinden gidin, durmayın ve asla pes etmeyin! Bizim hikayemiz, sizin hikayeniz olabilir. Birlikte, daha büyük hayalleri gerçekleştirebiliriz.

Size Hikâyemi Anlatmanın Zamanı Geldi

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

Güzel Ülkemin Bütün Çocuklarına: Hikâyem ve Hayallerim

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.