DOLAR 32,1684
EURO 34,6883
ALTIN 2.449,00
BIST 10.218,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 16°C
Az Bulutlu
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Cts 20°C
Paz 18°C
Pts 20°C
Sal 21°C

Anadolu yolculuğunun hüzün durakları

15.04.2018
A+
A-
1 / 33

Tarihsel zenginlik ve doğal güzellikleri yanısıra Anadolu nice acılara da tanık olmuş kadim bir topraktır. Büyük İskender’i de görmüş, Muhteşem Süleyman’ı da! Haçlı seferlerine de dayanmış, Moğol saldırılarına da! Böyle bir toprakta yaşanan her şeyi, zaferleri, işgalleri, sevinçleri, acıları, doğruları, yanlışları bilmek, geleceği anlamanın kılavuzudur. Onlardan kaçmak, yok saymak, sakınmak yerine yüzleşmeye cesaret etmek, yeni yanlışlardan ve acılardan korunmanın, geleceğe umutla bakmanın en sağlıklı yoludur. İşte Anadolu’nun bu hüzün duraklarından birkaçı…

Fotoğraflar: Alamy, Müzelerin web siteleri, Serkan Ocak

2 / 33

Dışarıda deli dalgalar… / Sinop Hapishanesi
Sabahattin Ali, edebiyatımızın büyük ve talihsiz isimlerinden. 1948 yılının 2 Nisan’ında hunharca katledilişinin üzerinden tam 70 yıl geçti. Bugün, gençlerin en çok okuduğu yazarların başında geliyor.

3 / 33

İlginçtir, onun katledildiği gece Ankara’da Opera Binası’nın açılışı yapılmış; devlet ricali, -başta İsmet Paşa- bu kültür merkezinin açılış töreninde dünyanın ünlü bir sanat eserini alkışlarken, yurdumuzun bir köşesinde en büyük yazarlarımızdan biri öldürülmüş.

4 / 33

Bugünlerde onun ‘Kürk Mantolu Madonna’ romanının Almanya’da ünlü sinemacılarımızdan Fatih Akın tarafından, iki dilde filme alınacağını öğrendim.

5 / 33

Bu haber, sadece güzel bir kitabın film olması açısından değil, 70 yıl sonra büyük bir yazarın anısına saygı açısından da çok anlamlı. Umarım, başarıyla gerçekleşir.

6 / 33

Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’, ‘İçimizdeki Şeytan’ yahut ‘Kuyucaklı Yusuf’ gibi kitapları kadar, belki onlardan da ünlü bir şiiri var ki, herkesin yaşamının bir anında mutlaka diline dolanmış, yüreğini titretmiştir:

7 / 33

“Başın öne eğilmesin / aldırma gönül aldırma / ağladığın görülmesin / aldırma gönül aldırma…” diye başlayıp gider… “Dışarda deli dalgalar / gelir duvarları yalar / seni bu sesler oyalar / aldırma gönül aldırma…”

8 / 33

Fikirleri tehlikeli!
Bu şiirin yazıldığı yer Sinop Hapishanesi. Sinop’un denize doğru uzanan ünlü yarımadasının tam boğaz noktasında bir yükseltiye kurulmuş bulunan hapishane, yapımı Pontus Kralı Mitratades’e kadar uzanan eski bir kale.

9 / 33

Korunaklı konumuyla Grekler, Romalılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından askeri amaçlarla kullanılmış olsa da, içerden duvarlarla ayrılmış bir bölümü 1887’den 1999’a kadar ‘resmen’ hapishaneye dönüştürülmüş; Evliya Çelebi’nin anlatımına göre, bu dönüşüm çok daha eski tarihlere dayanıyor.

10 / 33

Sabahattin Ali, ‘fikirleri tehlikeli’ sayılan bir yazar olarak bu kale-hapishanede mahpus yatmış, “Görmek istersen denizi / yukarıya çevir yüzü / deniz gibidir gökyüzü / aldırma gönül aldırma” mısralarını, kalenin insana ürküntü veren duvarları arasında volta atarken yazmış.

11 / 33

Sinop Kale-Hapishanesinin mahpusları arasında ünlü yazar, şair, siyaset adamları var: Refik Halit Karay, Ahmet Bedevi Kuran, Refii Cevat Ulunay, Burhan Felek, Kerim Korcan, Zekeriya Sertel gibi.

12 / 33

Sinop Hapishanesi, 1999’dan sonra içinde kısmi düzenlemeler yapılarak halka açılmış, nice acılara tanıklık eden bir tarihsel mekân olarak geziliyor. 2011 Sonrasında bu ünlü kale-hapishanenin esaslı restorasyonu için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Avrupa fonuyla anlaşmaya vardığı 9 milyon Euro hibe olanağı, 2013’te bakan ve üst yönetimin değişmesi sonrası takipsizlikten kullanılamadı.

13 / 33

Çınarlarına kolan vurdum, mahpushanelerinde yattım… / Ulucanlar Cezaevi – ANKARA
Ankara’nın Cebeci Semtinde yer alan Ulucanlar Cezaevi, 20 bin metrekareyi aşan açık ve kapalı bölümleriyle bugün tam anlamıyla bir ‘yüzleşme müzesi.’ Ulucanlar Cezaevi, ‘Umumi Hapishane’ adıyla 1925’te yapılmış, tutuklu ve hükümlülerin başka bir hapishaneye nakledildiği 2006’ya kadar tam 81 yıl ülkenin en ünlü ve oldukça da sorunlu hapishanelerinden biri olmuş.

14 / 33

Devletin merkezinde olması nedeniyle büyük davaların birçok sanığı tutukluluk süresini burada geçirmiş, en ağır hükümlerin de çoğu burada infaz edilmiş.

15 / 33

1963 Darbe Girişimi’nin önderleri Aydemir ve Gürcan, 12 Mart Darbesi’nin kurbanları Deniz, Yusuf, Hüseyin, 12 Eylül’ün canlarına kıydığı Erdal, Mustafa bunların arasında.

16 / 33

Ulucanlar Cezaevi’nin koğuşları da, Türkiye’nin düşünce tarihinin resmi geçit alanı gibi. Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Cüneyt Arcayürek, Metin Toker, Osman Yüksel, Beyhan Cenkci, Adnan Cemgil, Bülent Ecevit ve daha niceleri buradan geçmiş.

17 / 33

En cesur yüzleşme müzesi
Ulucanlar Cezaevi, 2006’da boşaltılınca, yıkılıp yerinin arsa olarak değerlendirilmesi gündeme gelmişti. Ancak Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun yerinde kararıyla alanın tümüyle tescil edilip koruma altına alınması, bu yıkım girişim ve heveslerini sonuçsuz bıraktı.

18 / 33

Ankara’nın özellikle tarihi merkezinde çok başarılı işlere imza atmış bulunan Altındağ Belediyesi’nin gayretleriyle Ulucanlar Cezaevi, 2009 – 2011 arasında tümüyle restore edilerek Türkiye’nin en kapsamlı ve cesur ‘yüzleşme müzesi’ne dönüştürüldü. Cezaevinin yarı açık bölümü de sanat atölyeleri ile canlı bir kültür merkezi görünümünde.

19 / 33

Eski cezaevinin koğuşları tecritleri, havalandırma alanları, yaşamının bir bölümünü orada geçirmiş olanların anıları, giysileri, yazıları, mektupları, fotoğraflarıyla dolu.

20 / 33

Bilgi panolarını okumak saatlerinizi alıyor, bazan gözleriniz doluyor.

21 / 33

İç avlulardan birinde, uzun kavak ağacının arkasında -bakmayı yüreğimin kaldırmadığı- idam sehpası bile duruyor; önüne demir parlaklıklar konularak bu kez o müebbede mahküm edilmiş.

22 / 33

Saçlarına kan gülleri takayım… / İçkale – DİYARBAKIR
Diyarbakır Surları’nın özel bölümlerinden biri olan İçkale’yi ben, ilk kez 1980 sonrasının olağanüstü koşullarında gördüm. Bir milletvekili arkadaşımın Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’ndaki dosyası ile ilgili bilgi almak amacıyla gitmiştim. Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bazı birimleri, askeri savcılık, nezarethane İçkale’nin tarihi yapılarına yerleştirilmişti. Yaz aylarıydı, ama her şey -taşlar ve insanlar- soğuk, ürkütücüydü.

23 / 33

20 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra İçkale’ye defalarca gittim. İçkale, Diyarbakır’ın en eski yerleşimi sayılan Amid Höyük kalıntıları üzerinde kurulu, özel bir alan. Burada yapılar korunaklı, oldukça sağlam ve ayakta.İçinde ünlü bir kilise ve hemen giriş kapısı çevresinde daha da ünlü bir cami var. Mustafa Kemal Paşa, Diyarbakır’da bulunduğu günlerde buradaki yapılardan birini kullanmış. Bina şu anda ‘Atatürk Evi’ adıyla ziyarete açık.

24 / 33

İçkale, on yıla yakın süren bir restorasyon sonucunda bugün bütünüyle müze alanı haline geldi. Istanbul Arkeoloji ve Şanlıurfa Haleplibahçe gibi bir müzeler adası oldu. Yapıların teraslarından UNESCO Miras Listesi’nde yer alan doğal varlıklarımızdan, ünlü Hevsel Bahçeleri’ni seyretmek mümkün.

25 / 33

Arkeoloji müzesi
1980 sonrası karışık duygular içinde, görev zorunluğuyla gittiğim İçkale’nin bütünüyle müze alanına dönüşmesinden mutluluk duyduğumu hep söyledim. Ancak İçkale bir yüzleşme müzesi değil, bir arkeoloji müzesi oldu.Diyarbakır’ın asıl bir ‘yüzleşme müzesi’ne ihtiyacı var. Ama galiba bizim henüz acılarla yüzleşmek konusunda o kadar kararlılığımız ve cesaretimiz yok.

26 / 33

‘Yassı ada’, yaslı ada / İSTANBUL
Dünyanın birçok yöresinde adalar, tatil beldeleriyle olduğu kadar, korunaklı hapishaneleri ile de ünlü. Alexandre Dumas’ın ‘Monte Kristo Kontu’ romanında böyle bir ada hapishanesi uzunca yer tutar.Bizim de Marmara Denizi içinde küçücük bir adamız böyle talihsiz bir serüvenin mekânı. Demokrasi tarihimizin çocukluk çağında yaşanan talihsiz -ve gereksiz- 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonucunda devrilen DP iktidarının bütün mensupları burada yargılandı. Atatürk’ün son başvekili, üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar ve Başvekil Adnan Menderes dahil tüm milletvekilleri burada tutuklu kaldılar.

27 / 33

Yargılamalardan sonra Yassıada bir süre çeşitli askeri ve sivil kamu kurumları tarafından kullanıldı, sonra sahipsizliğe terkedildi. 2010 sonrası Ulucanlar, İçkale, Madımak gibi nice acıların yaşandığı mekânlar ele alınıp yeniden düzenlenirken Yassıada da gündeme geldi.

28 / 33

Demokrasi ve ibret müzesi olacaktı!
Hayalimiz Yassıada’yı orada yaşanmış bütün acılara saygıyla ele almak ve tarihi gerçeklere uygun bir ‘Demokrasi İbret Müzesi’ oluşturmaktı. Bunun için tarihi ve tescilli yapılar korunacak, karşılama, koğuşlar, yemekhane bölümleri aslına uygun hale getirilecek, küçük bir konaklama ve -anılara saygı nedeniyle- lüks görüntüden uzak bir kafeterya dışında yeni bina yapılmayacaktı.‘’Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’’ diyerek, hukukun yüzünü kızartan biçimde ‘sözde’ yargılamaların yapıldığı, spor salonundan dönüştürülmüş mahkeme ortamı da, ses ve ışık tekniklerinden yararlanarak aynen canlandırılacak, böylece ziyaretçilerin o talihsiz ortamı hissetmesi sağlanacaktı.

29 / 33

Olmadı! Nedenleri ve ayrıntısı bu yazının konusu değil. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın aslına sadık ve bağlı kalmak önerisi yerine, adanın restorasyonu önce kamu kurumu niteliğinde önemli ve varlıklı bir meslek kuruluşuna, oradan da yap-satçı bir inşaat şirketine verildi.

30 / 33

Ağaçlar kesildi, yeni yapılar, konaklama, yeme içme, toplantı salonları eklendi. Yassıada’da yaşanmış acılar unutuldu; tutukluların yaşadığı mütevazı ortam yerine bir turizm alanı inşa edildi. Yassıada, şimdi bu anılara ve acılara saygısızlığın yasını tutuyor!

31 / 33

Madımak, ah Madımak! / SİVAS
1993 yılının 2 Temmuz sıcağında Türkiye, tarihinin en utanç verici, acı gününü yaşadı. Milli Mücadele’nin en önemli merkezlerinden, Anadolu’nun kadim şehirlerinden birinde, Sivas’ta, devletin gözü önünde 37 insan, kundakçıların ateşe verdiği bir otel binasında güpegündüz yanarak can verdi. Ölenler arasında Dr. Behçet Aysan, Nesimi Çimen, Metin Altıok, Asım Bezirci, Muhlis Akarsu, Edibe Sulari gibi tanınmış şair, yazar ve müzisyenler de vardı.

32 / 33

1993’ten sonra otel onarılıp yeniden kullanılmaya başlandı, üstelik altında bir kebapçı ile. 2008 yılının bütçe görüşmesinde (Meclis’e ilk girdiğim ve bakan olarak katıldığım ilk bütçe görüşmesinde) “İnsanların yanarak öldüğü bir yerde bir kebapçı olmasının kabul edilemez bir iğrençlik” olduğunu söyledim. Bunun üzerine -felaketten 15 yıl sonra- Madımak’ın kamulaştırılması ve acılarımızla yüzleşeceğimiz bir anı müzesi olması gündeme geldi. Uzun tartışma ve görüşmelerden sonra bina, oldukça yüksek bir bedel ödenerek kamulaştırıldı, altındaki kebapçı ayıbından kurtuldu.

33 / 33

Ancak, Madımak’ın dönüştürülmesini üstlenen dönemin valiliği, binayı bir ‘yüzleşme müzesi’ yapmak yerine ‘Bilim ve Kültür Merkezi’ adıyla açmayı uygun buldu. Anlaşılan, devletimiz utanç verici bir olay hangi dönemde yaşanmış olursa olsun, bu utançla yüzleşmeye, hâlâ yeterince cesaret edemiyor. Devletin bu tavrı bir ölçüde insanlarımıza da yansımış. Herkes büyük ölçüde yanlışını yok sayarak, utancını gizleyerek, saklayarak, acısını içine gömmeye çalışarak yaşıyor; yaşamaya çalışıyor. Herkesin derinlerde saklı bir hüznü var. O nedenle doya doya, kahkahayla gülmek biraz da ayıp sayılıyor bizde. Her gülümsemenin ardında bir burukluk, her kahkahanın ardında saklı bir hüzün var. O yüzden Hilmi Yavuz’un mısraları içimize işliyor. “Hüzün ki en çok yakışandır bize / Belki de en çok anladığımız…”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.