Yoğun Bakımlar: İnsan Emeğinin Son Savunma Hattı ve Yaşamla Ölüm Arasındaki İnce Çizgi
Yoğun bakımlarında insan emeğinin gücü, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi hissettiren bir savunma hattıdır.
Ülkede ve Türkiye’de her yıl binlerce kritik hastanın, yaşam ile yaşam kaybı arasındaki sınırda tedavi gördüğü yoğun bakım üniteleri, sağlık sisteminin en kritik savunma kalesi olarak kabul ediliyor. Yoğun bakımların kuruluşunun 73. yılında, Uzman Prof. Dr. Tuğhan Utku, bu alanın yalnızca yüksek teknolojiden ibaret olmadığını, insan emeğinin de hayatta kalmada belirleyici olduğunu vurguluyor: “Pandemilerde gördük ki bu üniteler, sağlık sisteminin son savunma hattıdır.”
Birleşik olarak, Vivi Ebert’in yoğun bakımın sembol ismi hâline geldiğini hatırlatan Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Utku şöyle anlatıyor: Vivi, uzun süre makine desteğiyle yaşamak zorunda kaldı; yazılar yazdı, resimler yaptı ve 31 yaşında 1971’de hayatını kaybetti. Ancak onun nefesi bugün milyonlarca insana umut veren bilimin başlangıcını simgeliyor.
Yoğun Bakımlar: Sağlık Sisteminin Son Savunma Hattı Bugün yoğun bakım üniteleri yalnızca yaşamı kurtarmakla kalmıyor; aynı zamanda modern tıbbın etik, teknolojik ve bilimsel gelişiminde öncü bir rol üstleniyor. Prof. Dr. Utku’ya göre, bu alanlar artık teknolojinin ve insan emeğinin en üst düzeyde buluştuğu yerler olarak konumlandı: hastalar 7 gün 24 saat kesintisiz hekim ve hemşire gözetiminde bulunuyorlar. Mekanik ventilasyon, hemodiyaliz, ECMO gibi ileri düzey cihazlar, multidisipliner ekip çalışmasıyla birlikte işletiliyor ve bu durum yoğun bakımı sağlık sisteminin “son savunma hattı” haline getiriyor.
Yoğun Bakımda Ekip, Yatak Değil Hayat Kurtarır Prof. Dr. Utku, kararların dakikalar içinde şekillendiğini belirtiyor: “Yoğun bakımlarda yatak değil, ekip hayat kurtarır.” Türkiye’de 2023 verilerine göre toplamda 48.966 yoğun bakım yatağı bulunuyor; bu sayı yaklaşık olarak hastane yatağının yüzde 18’ini oluşturuyor. Yataklar büyük oranda kamu hastanelerinde (%50), üniversite hastanelerinde (%14) ve özel hastanelerde (%35) yer alıyor. Ayrıca kapasite İstanbul’da yaklaşık yüzde 20, Marmara Bölgesi’nde ise yaklaşık yüzde 30’a yakın bir paya sahip.
Yine de tablo her zaman ideal değil: yatakların bölgesel dağılımında dengesizlikler mevcut ve bazı bölgelerde yoğun bakım erişimi zorluk çıkarabiliyor. En kritik nokta şu ki, bazı hastalar gerçekten yoğun bakım hastası olmayabilir; palyatif bakım gerektiren ya da yoğun bakımdan fayda görmeyecek olanlar burada tutulabiliyor ve bu da kaynakların verimli kullanılmasını engelleyebiliyor.
Toplumda hâlâ yoğun bakımlar hakkında yanlış inanışlar mevcut Prof. Dr. Utku, yoğun bakımların her durumda yaşam garanti etmediğini hatırlatıyor: yapılacak en önemli iş, yüksek teknoloji ve uzmanın bir araya gelmesiyle doğru klinik kararları almak; cihazlar sadece organ desteği sağlar, tedavi ekibin kararlarına ve hastanın biyolojik rezervine bağlıdır. Ayrıca yoğun bakımların sadece cihazların çalıştığı bir yer olmadığını, sürekli izlem, multidisipliner ekip çalışması ve zamanında müdahale ile etik kararların da bu sürecin ayrılmaz parçaları olduğunu vurguluyor. İnsan faktörü bu teknolojiden daha kritik rol oynuyor.
İletişim ve Yaşam Kalitesi Yoğun bakımda iletişim eksikliğinin yaygın bir yanlış inanç olduğuna dikkat çeken Utku, pek çok hastanın bilinçli olduğunu ve çevresini algılayabildiğini belirtiyor. Hasta-doktor ve hasta-aile iletişimi, yoğun bakımın temel unsurları arasında yer alıyor. Yoğun bakım sadece tedavi odaklı değildir; yaşam kalitesini, rehabilitasyonu ve etik kararları da kapsar. Palyatif bakım, organ bağışı süreçleri ve uzun dönemli hasta yönetimi bu alanın doğal uzantılarıdır. Ayrıca birçok hasta yoğun bakıma geçici olarak alınır, iyileştikten sonra normale dönebilir.
27 Ağustos 1952, bir çocuğun nefesi ve bir hekimin cesaretiyle başlayan bu yolculuğun bugün sağlık sisteminin en güçlü dayanaklarından biri hâline geldiğini ifade eden Utku, bu günü farkındalık günü olarak görülmesi gerektiğini belirtti: “27 Ağustos yalnızca yoğun bakımın kuruluş yıldönümü değildir; aynı zamanda sağlık emekçilerinin hatırlandığı ve yoğun bakımın değerinin anlaşıldığı bir gün olmalıdır.”