Siloam Yazıtı ve İsrail-Türkiye Çelik Gerilimi: Tarihin Kopyaları ve Meşruiyet Tartışması
Siloam Yazıtı ile İsrail-Türkiye çelik gerilimini inceleyen bu makale, tarihsel kopyalar ve meşruiyet tartışmasına odaklanıyor.
Türkiye’de saklanan Siloam Yazıtı, Hizkiya Tüneli’nin içinde bulunan ve uzun yıllardır uluslararası gündemin odak noktasında yer alan önemli bir arkeolojik eser olarak karşımıza çıkıyor. İsrail, bu yazıtın tarihsel kökenini ve Yahudi geçmişini pekiştirmek amacıyla uzun süredir iadesini talep etmekte; fakat Türkiye bu talebi defalarca geri çevirmiş durumda.
Yazıt, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde bulunan orijinal formuyla Türkiye’de kalırken, İsrail bunu yalnızca bir arkeolojik buluntu olarak görmekten öteye taşıyıp, modern Yahudi devletinin tarihsel meşruiyetinin kanıtı olarak sunmayı savunuyor. Özellikle devlet yöneticilerinin geçmişten bugüne süregelen iade taleplerinin ardında bu tür argümanlar yer alıyor.
Geçmiş yıllara ait anlaşmazlıklar ve talepler zinciri, 1998’de Netanyahu’nun Mesut Yılmaz’dan yazıtı istemesiyle başladı; bu talep karşılık olarak Türkiye’nin Osmanlı dönemine ait buluntuları seçmesi yönünde bir karşılık talebine dönüştü. Ancak bu ilk girişim reddedildi. Zaman içinde talepler değişik vesilelerle tekrar gündeme geldi: Kudüs Belediye Başkanı’nın 2007’de yaptığı talep, Gaziantep Hayvanat Bahçesi’ne iki fil sevkiyatı karşılığı yazıtın iadesi yönündeki öneri ve 2022’de Herzog’un Ankara ziyaretinin ardından gelen talepler yine reddedildi. Eserin aslı Türkiye’de, kopyası Hizkiya Tüneli’nin içine konulmuş olsa da İsrail için “Modern Yahudi devletinin kanıtı” olarak sunulmaya devam ediyor.
Bilim insanları ve tarihçiler bu tartışmada farklı görüşler öne sürüyor. Millî Savunma Üniversitesi’nin Rektörü ve Tarih Profesörü Erhan Afyoncu, yazıtın Türkiye için hiçbir şekilde bir önceliğe sahip olmadığını, söz konusu yazıtın 1880’lerde Kudüs’te bulunduğunu ve Siloah Tüneliyle ilgili olduğu bilgisini paylaşıyor. Afyoncu, yazıtın hangi dönemde ve hangi amaçla yazıldığı konusunun netleşmediğini vurguluyor; bazı görüşler, yazıtın 8. yüzyıl gibi eski bir dönemde yapıldığını tartışmalı buluyorlar.
Yazıtın karşı karşıya kaldığı hukuki ve siyasi süreç, Osmanlı döneminden bu yana yazıtın kime ait olduğu ve nerede bulunması gerektiği konusundaki soruları da beraberinde getiriyor. 1882’de İstanbul’a getirilen yazıt, zaman içinde İstanbul’daki bir müzede değerlendirildi ve bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenmektedir. Yazıtın Türklerden alınması veya iadesi yönündeki taleplerin kaydı, yazıtın geçmişte nasıl bulunduğuna ve hangi nüfuz altında değerlendirildiğine dair önemli ipuçları sunuyor.
Yazıtın içeriğine gelince, yazıtın orijinali kırılmalar nedeniyle kısmen okunabilmekte; metin, su kanalı ve tünellerin açılması süreçlerini anlatan betimlemeler içeriyor. Parçalanmış olan metnin çevirileri, kanalın inşa sürecini ve bu süreçteki işçi faaliyetlerini detaylandırıyor. Bu çeviriler, yazıtın esas değerini geçmişin arkeolojik ve dinsel bağlamında ortaya koyuyor.