Kokuların Sınırlarında: Parkinson ve Hastalıkları Kokuyla Tanıma Serüveni
Kokuların sınırlarını keşfet: Parkinson ve hastalıkları kokuyla tanımanın bilimsel yolculuğu ve erken tanı ipuçları.
Analitik kimyager Perdita Barran, Parkinson hastalığını koklayabildiğini iddia eden Joy Milne’nin öyküsünü dinlerken hızlıca düşünür: Bu, yalnızca ‘kolay görünen bir yetenek’ miydi, yoksa bilimsel bir yol mu açıyordu? Milne, 74 yaşında emekli bir hemşire olarak, bu farkındalığı kocası Les’in hastalığıyla bağlantı kurduğunda keşfetti ve ilk kez kocası için başlayan yolculuk, sonraki yıllarda dikkatleri üzerine çekti.
Milne’nin gözlemleri, Edinburgh Üniversitesi’ndeki Barran ile Tilo Kunath’ın dikkatini çekti. Ekip, Milne’e 12 tişört koklattı; altı tişört Parkinson hastalarına, diğer altısı sağlıklı bir grupla ilişkilendirildi. Milne, Parkinson hastalarını tümüyle doğru ayırt ederken, bir kişide daha işaretlenmiş Parkinson teşhisi, bir yıl içinde doğrulanmıştır. Barran bunun “inanılmaz” bir gözlem olduğuna vurgu yapar: Hastalığı kocasının önceden teşhis etmesi gibi erken göstergelerle fark etmek mümkünmüş gibi görünüyordu.
2015 yılında Milne’nin yeteneği dünya çapında yankı buldu. Ancak iddia edilen bu becerinin altında yatan gerçek, insanların bedenlerinde yayılan uçucu organik bileşikler (VOC) ve bu bileşiklerin hastalıkla ilişkili değişimleridir. Ayrıca, bilim insanları bu “kokuyla tanı” yaklaşımını daha geniş bir yelpazeye yaymayı amaçlıyorlar; beyin hasarından kanserlere kadar pek çok hastalığın erken teşhisinde kokuların rolü olabilir.
VOC’ler adlı moleküller, metabolizmanın yan ürünleridir ve vücuttan dışarı atılırlar. Bruce Kimball gibi uzmanlar, bu moleküllerin hastalıkla değişen bir kokuyla parmak izimizi dönüştürdüğünü savunuyorlar. Böylece sadece insanların burnu değil, köpekler ve özel cihazlar da bu kokuları kullanarak hastalıkları tespit etmeye çalışıyor.
Köpeklerin koku alma yeteneği, bazı kanser türlerini ve nörolojik durumları ayırt etmede kaygısal bir yol olarak değerlendiriliyor. Ancak her köpeğin eğitilmesi uzun sürüyor ve uygun olanlar sınırlı sayıda olduğundan, laboratuvar tabanlı yapay çözümlere ihtiyaç doğuyor. Barran’ın ekibi, Parkinson için deri sürüntüsünden örneklerden 30 moleküle düşürülen bir radar gibi yaklaşım geliştiriyor; bunların çoğu uzun zincirli yağ asididir ve Parkinson ile ilişkili lipid metabolizması bozulmasıyla bağlantılıdır.
“Deriden alınan bu 30 molekülün Parkinson hastalarında tutarlı bir değişim gösterdiğini” biliyoruz diyen Barran, şu aşamada kendilerini hızlı ve invazif olmayan bir testi mümkün kılacak yöntemlere odaklanıyor. Bu, nörolojik bir kırılma anında yönlendirme yapabilen bir test anlamına geliyor ve hastalar için uygun bir yol haritası sunabilir.
Bu çalışmalar, neden kokuların değiştiğine dair temel soruyu da cevaplamaya çalışıyor. Vücudun enerji üretim süreci olan mitokondriyal reaksiyonlar, metabolitleri üretir; bazıları uçucu olduğundan havaya karışır ve burnumuz bu değişiklikleri algılar. Kimball, “Kalabalık ve farklı hastalıklar için aradığımız şey, burnun algısında yatıyor” diyor. Şu anki hedefler arasında, travmatik beyin hasarı, otizm, diabetes ve hatta sıtma gibi hastalıklarda da VOC’ler üzerinden tespit yapabilmek var.
Gelecekte, köpeklerin yerine veya onlarla birlikte çalışacak yapay kokulara dayalı cihazlar da geliştirilebilir. RealNose.ai gibi girişimler, insan koku reseptörlerini içeren ve yapay zekâ ile analiz edilen bir cihaz üzerinde çalışıyorlar. Bu sayede prostat kanseri gibi ölümcül hastalıkların erken evrede tespit edilmesi mümkün hale gelebilir.
Milne’nin özel yeteneği, göz önüne alındığında basit bir gerçeği de hatırlatıyor: Herkes kendi sağlığıyla ilgili işaretleri fark edip harekete geçtiğinde daha erken ve doğru bir yönlendirme mümkün olabilir. Joy Milne’nin sınırlı bir kapasiteyle yürüttüğü günlük görevler, onun pozitif bir mirasa dönüşebilecek potansiyel bir adımı simgeliyor.