DOLAR
EURO
ALTIN
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C
İstanbul
°C
°C
°C
°C
°C

İsmet Özel’in Dini ve Tarihsel Analizleri Üzerine Derin Düşünceler

İsmet Özel’in dini ve tarihsel analizlerini derinlemesine inceleyen bu içerikte, düşünce dünyasına ışık tutan önemli görüşler ve analizler keşfedebilirsiniz.

09.05.2025
A+
A-

Giriş

İşte İsmet Özel’in o değerli yazısı; Katolikler kendi içlerinde iki temel gruba ayrılır: Bir kısmı, büyük çoğunluğu oluşturan, “catholique croyant” yani “inanan Katolikler” adını alırken, diğer azınlıkta kalan kesim ise “catholique pratiquant” yani “tatbik eden Katolikler” olarak tanımlanır. Bu ayrım, dini inançlara olan bağlılık ve uygulama düzeyine göre oluşmuş derin bir farktır. Çoğu inananlar, mezheplerin teorik kısımlarına itiraz etmedikleri için Katolik kabul edilirken, dini uygulamalarını sıkı tutan azınlık ise bu inançları daha katı bir biçimde yaşarlar. Aynı zamanda, bu ayrımın Müslümanlar arasında da geçerli olduğunu düşünmek yanlıştır; çünkü Türklerin tarih boyunca “İman ile paranın kimde olduğu belli olmaz” gibi bir anlayışa sahip oldukları da unutulmamalıdır.

Katolik Kilisesi ve Avrupa’nın Dini Coğrafyası

İsmet Özel, yazısında Katolik kelimesini özellikle vurgulayarak başlar. Çünkü Katolik kilisesi, Avrupa’nın kuzey bölgelerinde güç kullanarak Hristiyanlaştırma faaliyetleri yürütmüştür. İzlanda, Britanya, Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin bayraklarında haç işaretlerinin bulunması, bu dini yayılmanın ve etkisinin göstergesidir. Ayrıca, İstanbul’un Haçlı Seferleri sırasında dördüncü seferinde de yağmalanması, bu dini ve siyasi güçlerin tarihsel müdahalelerini göstermektedir. Rum Ortodokslar ise, Romalıların kışkırtmaları ve politikaları yüzünden o dönemlerde gerçek anlamda Hristiyan olmaktan uzak kalmışlardır. Bu süreçte, Frenk kelimesini biz Türkler, Yunanlılardan öğrenmişizdir. Osmanlı ordusu ise, Avrupa kökenli millet-devletlerle değil, Haçlı orduları ile savaşmıştır. Osmanlı’nın esas düşmanı yüzyıllar boyunca Frengistan olmuştur. Modernleşme ve sanayileşme süreçlerinde, ticaret için Türk topraklarına gelen ve yerli gayri-Müslimlerle evlenerek hayatlarını sürdüren Avrupalılara ise “Tatlısu Frengi” denmiştir. 1929’da, İtalyan Faşizminin yükseliş döneminde Vatikan devletinin bağımsızlığı ilan edilmiştir. Bu tarihsel gelişmeler, Türklerin ve Osmanlıların, gayri-Müslimlerle ve özellikle Katoliklerle ilişkilerinde derin izler bırakmıştır.

Türklerin Tarihsel ve Dini Yönelimleri

Türkler, tarih boyunca, özellikle Cumhuriyet’in ilanını takip eden yıllarda yaşanan inkılaplar ve değişimler neticesinde, dinî düşüncelerle ve özellikle İslam’la zıtlaşma noktasına sürüklenmiştir. Bu süreç, zamanla dinin toplumdaki yerine ilişkin algılarımızı olumsuz yönde etkilemiş ve “tabu” haline getirmiştir. Yıllar içinde, din okur-yazarlık seviyesinde dahi olsak, İslâm’a karşı olumsuz bir bakış açısı yaygınlaşmıştır. Hatta, daha düne kadar kendilerini İslam’a yakın görenlerin bile “Neye inanırsa inansın; yeter ki, inansın” gibi düşünceleri, toplumda kabul görmüştür. Bu, yirmi yedi yıl boyunca devam eden CHP tek parti iktidarının Türkiye’deki İslam muhalefetinin, SSCB’nin dine bakış tarzından bile daha sert olduğunu göstermektedir. Bu deneyimlerden alınacak dersler, millet olarak, malî hegemonya yoluyla dünya üzerindeki baskıyı kırmak ve özgürleşmek adına büyük önem taşımaktadır.

Avrupa ve Batılaşma Çabaları

Unutmamak gerekir ki, İslâm’a karşı olan bu muhalefet, aslında dünyadaki genel İslam düşmanlığının bir parçasıdır. Avrupa’da doğmuş ve gelişmiş olan Marxist düşünce, aydınlık ve ilerleme adına sanayileşmeyi ve proletaryanın varlığını temel veri olarak kabul etmiştir. 1848 yılında yayınlanan “Komünist Manifesto”, Avrupa kentsoylu sınıfını tarihteki en devrimci sınıf olarak gösterirken, Aydınlanma Çağı’nın ürünleri olarak kabul edilen bu düşünce akımları, evrim ve ilerleme fikri üzerine inşa edilmiştir. Batılaşmacı “aydınlarımız”, önce Batı’ya cevap verecek bir düşünce sisteminin Batı’dan devşirilemeyeceğini anlamalıydılar. Misak-ı Millî’ye ihanet edenlerin, idareci kadroları oluşturmaları, Türk milletinin kendi güç ve değerlerinden uzak, bir tür milliyetçilik tuzağına düşmesine neden olmuştur. Ayrıca, Kur’an’ın nazil olmasıyla, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin bâtıl inançlar haline geldiği gerçeği ortaya çıkmıştır. Bir kişi, olgunluk çağında, Kelime-i Şahadet getirerek İslam ümmetine katılır. Bu kelime iki temel ifadeden oluşur: “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) ve hemen ardından gelen “Muhammedün Resulullah” (Muhammed, Allah’ın kulu ve Resulüdür). İslâm, bir vahdet dinidir; yaratılmışlar arasında yegâne birlik ve bütünlük kaynağıdır. Bu inanç, “tek Tanrılı dinler”, “İbrahimî dinler”, “kitaplı dinler” veya “semavî dinler” gibi söylencelere zemin hazırlamıştır. Ancak, bu inançların gerçek anlamda anlaşılması ve yaşanması, “Lâ ilahe illallah” ifadesinin tam anlamıyla kabul edilmesiyle mümkün olur. Müslümanlar olarak, sadece Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik ederek, İslâmî bir hayatın temel esaslarını benimseyebiliriz.

İslâm’ın Bütünlüğü ve Günümüz Perspektifi

Asr-ı saadette, ayetler ile hadisler arasında fark gözetmek pek hoş karşılanmazdı; çünkü İslâm, bütüncül bir yaşam biçimi sunar. Gökten üzerimize taş yağsa, bunun olağan dışılığı fark edilerek, “Ne biçim yağmur bu?” şeklinde sorular sorulurdu. İslâm, bizi bütünsel bir yaşam tarzına yönlendirir; tarım, hayvancılık, ticaret, eğitim ve sağlık gibi tüm alanlarda bir bütünlük sağlar. Resul-i Ekrem, “Hâkimiyet sadece Allah’ındır, israf etmeyin” buyurur. Modernlik adına, kendimizi ve kaynaklarımızı israf edip etmediğimizi sürekli sorgulamalıyız. Bu bilinçle hareket ederek, hem bireysel hem de toplumsal seviyede, İslâm’ın bütünsel değerlerini yaşama geçirmeliyiz. Bu, sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi ve toplumun temel taşıdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.