Allah ile Pazarlık Yapan Teyze
“Allah ile Pazarlık Yapan Teyze” hikayesi, inanç ve irade çatışmalarını mizahi bir dille ele alıyor. Geleneksel değerler ile modern düşünceler arasında köprü kuran bu eser, okuyuculara düşündürücü ve eğlenceli bir yolculuk sunuyor.
Yardım kuruluşu yöneticisi Şerafettin Keke, yıllar önce çıktığı bir iyilik çalışmasında karşılaştığı hüzünlü bir hikaye ile hafızalarımıza kazınmıştı. Bu hikaye, “Allah ile Pazarlık Yapan Teyze” olarak bilinir hale geldi.
Gıda kolisi dağıtımı yaparken, her zaman koli verdikleri bir eve geldiklerinde kapıyı açan bir teyze, “Evladım, bodrumda yaşayan yaşlı bir teyze var. Ne olur ona da bakın. Çoluk çocuğu da yok. Onun durumu bizden çok daha kötü” dedi.
Görevli, “Güzel ablam, getirdiğimiz koliler sayılı. Elimizde fazla yok. Ama bir daha geldiğimizde inşallah o teyzeye de bakalım. Gerekirse ona da bir koli veririz” diyerek yanıtladı. Ancak koliyi alan teyze ısrarla, “Yahu, ne olur ona bakın. Onun durumu çok kötü. Allah rızası için bakın” dediğinde, görevlinin içinde bir şeyler sarsıldı. Koliler sayılı olduğundan ve elinde yeterli yardım yoktu, ama bu teyzelerin ısrarı onu düşündürmeye başladı.
Görevli, kapıyı açan teyzenin ısrarı üzerine bodrum katına inmeye karar verdi. Kapıyı çaldığında, belinden iki kat olmuş, yaklaşık 70-80 yaşlarında kambur bir teyze kapıyı açtı. Yaşlı teyze, “Buyur oğlum” dedi. Görevli ise, “Teyzeciğim nasılsın? Ne var ne yok? Sağlık ve sıhhatin nasıl? Bir ihtiyacın var mı?” diye sordu.
Kambur yaşlı teyze, kafasını yarım kaldırarak görevliye baktı ve “Oğlum ben seni tanıyamadım. Sen kimsin?” dedi. Görevli, “Say ki senin oğlunum. Sen de benim annemsin. Halini, hatırını sormaya geldim” diye yanıt verdi. Ancak yaşlı teyze, “Sen benim oğlum olamazsın” dedi. Görevli, “Neden öyle dedin teyzem?” diye sordu. Teyze, “Benim oğlum isen, neredesin bunca zamandır? Bugüne kadar neden sormadın beni? Neden aramadın? Bu nasıl bir evlatlık?” dedi.
Görevli, bu sözler karşısında yıkıldı. Verecek cevabı yoktu, hıçkırıklara boğulmuştu ama belli etmemeye çalışıyordu. Zor bela, “Tamam, çok özür diliyorum. Hata benim. Ben evlatlık edemedim. Senin gibi bir annenin hatırını soramadım. Lütfen, bir ihtiyacın var mı? Ver elini öpeyim. Barışalım annem” dedi. Yaşlı teyze, elini zor bela uzattı, çaresiz bir şekilde.
Yaşlı teyze, “Evladım… Gir bak mutfağa, bir avuç bulgurdan başka bir şeyim yok. Komşularım verirse bugün tokum. Vermezse açım. Ve ben üç gündür su ile oruç tutuyorum. Açım…” dedi. Sakallı görevli, bu duruma kendini tutamayarak ağlamaya başladı. Mahcup ve bitkin kalmıştı oracıkta.
Yaşlı teyze, “Biliyor musun evladım, ben dün Allah ile pazarlık yaptım. Dedim ki Allah’a, ‘Ya bana yarın akşama kadar yiyecek bir şeyler gönderirsin, ya da ben senin için bir daha oruç tutmayacağım’ demiştim” dediğinde, ak sakallı görevli, “Ben o an bittim. Bittim… Biz nasıl insandık? Bu nasıl evlatlık? Dinimizin bize yüklemiş olduğu bu sorumluluğu nasıl yerine getiremedik? Bu insanları neden arayıp bulamadık?” diye geçirdi içinden.
Sonrasında, hemen oradan fırlayıp, koşarak arabaya yöneldi. Arabadan aldığı çuvalı kambur yaşlı teyzeye getirerek, “Anneciğim, Allah senin istediğini gönderdi” diyerek verdi. Görevli, sonrasını şöyle açıklayacaktı: “Ardından her daim onun evladı olduk. Tüm ihtiyaçlarını karşıladık. Ama çok sürmedi, Rabbim emanetini aldı. Allah’ına kavuştu. Ben ondaki imanı, teslimiyeti, samimiyeti başka kimsede görmemiştim. Çünkü teyze bizi yüreğimizden vurmuştu.”