DOLAR 32,4375
EURO 34,7411
ALTIN 2.439,70
BIST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Az Bulutlu
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cts 16°C
Paz 18°C
Pts 17°C
Sal 18°C

Onlara çok şey borçluyuz

11.12.2017
A+
A-

Onlara çok şey borçluyuz

Yarasaların kontu
Prof. Dr. Ahmet Karataş

Yarasalara ilgisi üniversite ikinci sınıfta başladı. 1990’ların başında Doğu Karadeniz’de birkaç yıl çalıştıktan sonra yarasaları ‘eliyle koymuş gibi’ bulmasıyla dikkat çekti. “O zamanlar çalışmak zordu. Bize hep ‘Aman dokunma, sen karışma’ denirdi” diye anlatıyor ilk yılların zorluğunu. Sonraki yıllarda Türkiye’de girip çıkmadığı mağara kalmadı. Yaptığı işin önemini “Onları korumak demek, tarladaki mahsulü, dağdaki zeytini böcekten korumak demek aynı zamanda… Sayıları hızla düşüyor. Türkiye’de en çok türün göründüğü yer olan Kırklareli’ndeki Dupnisa Mağarası’nda 60 binlerden 5 binlere inmiş durumda” diye açıklıyor. Akademik kariyeri boyunca uzun süre görünmeyen türleri görüntüleyen, yeni türler keşfeden Karataş, Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) toplantılarına giderek birçok yarasanın koruma altına alınmasına öncülük etti. Yarasaların yaşadığı yerlerin ‘Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’ ilan edilmesine de katkı sağlayan Karataş, ‘Mağaracılık Şube Müdürlüğü’nün kurulmasında da başı çekti.

Onlara çok şey borçluyuz

Ejder ona emanet
Ahmet Demir

Lüfer mücadelesi Slow Food bünyesinde ‘Fikir Sahibi Damaklar Grubu’ tarafından devam ettiriliyor. Lüferin kaderiyle birlikte Defne Koryürek’in de hayatı değişmiş: “Ben daha önce aşçı ve bir yerde kasaptım. Şimdiyse hiçbir canlıyı yemiyorum. Çok radikal bir dönüşüm geçirdim bu sürede” diyor.

Onlara çok şey borçluyuz

Dağhorozuyla dans etmeye başlamıştım
Süreyya İsfendiyaroğlu

Onlara çok şey borçluyuzSüreyya İsfendiyaroğlu dağhorozuyla İkizdere’de tanıştı. “Gündoğumunda önce bir vaşak gördük kayaların üstünde. Onun baktığı yere bakınca da dağhorozlarını gördük. O an dağhorozlarını korumanın Karadeniz’in doğasını korumak olduğunu anladım. Horozlar dans ediyordu, ben de dans etmeye başladım” diye anlatıyor tutkusunu. “Yaşayabileceğini düşündüğüm alanlarda yatıp gün doğarken kalkıyordum. Gümüşhane’den Gürcistan’a kadar
2 bin metrenin üzerinde her yerde yattım kalktım. Dokuz ayım dağda geçti. 167 farklı noktada 4 bin 900 horoz buldum.” Onun sayesinde bugün dağhorozu korunan türler arasında yer alıyor.

Onlara çok şey borçluyuz

Varlığından haberimiz bile yoktu
Cem Orkun Kıraç

Onlara çok şey borçluyuzODTÜ Sualtı Topluluğu Ocak 1985’te kuruldu. Cem Orkun Kıraç topluluğun ilk 10 üyesinden biriydi. Denizi ve sualtını öğrenirken kıyıların araştırılmasının ve elde edilen bilgilerin yeni kuşaklara aktarılmasının önemini fark etti. Denizkaplumbağaları ve köpekbalıkları araştırma grupları, sualtı arkeolojisi ve batık araştırma grupları kuruluyordu. ODTÜ-SAT’ın kurucularından Gökhan Türe’nin, Kanada’da yaşayan Türk akademisyen Prof. Fikret Berkes’le yazışmasıyla 1987’de akdenizfoklarının varlığını öğrendiler. “Gökhan bana ‘Ne dersin Cem, böyle bir grup kuralım mı? Sen bu grubun sorumluluğunu alır mısın?” diye sordu. Fikri benimsedim. Adının da o an Akdeniz Foku Araştırma Grubu olmasına karar verdik. 30 sene boyunca hiç durmadan çalıştık, çabaladık. Hâlâ çalışıyoruz… Yılmadan… Vazgeçmeden…” diye anlatıyor Cem Orkun Kıraç. Bu, aynı zamanda dünyada sadece bir türün korunmasına yönelik kurulan ilk kurum. SAD-AFAG birçok kıyı alanının korunmasında halen öncü rol oynuyor. Yakın zamanda foklar için hayati önem taşıyan 23 kıyıdan 18’inin kurtulmasını sağladılar.

Onlara çok şey borçluyuz

Yok oluyordu, şimdi onun sayesinde çoğalıyor
Abdullah Öğünç

Onlara çok şey borçluyuzHatay’ın Kırıkhan ilçesinin Yalangoz Köyü’nde ceylanların hikâyeleriyle büyüdü. Bir gün bölgede bir çimento fabrikası kurulması gündeme geldi. Gidip ÇED toplantısına katıldı ve bu toplantıda şirket yetkililerinin yalan söylediğinin, fabrika kurulursa ceylanların yaşam alanın yok olacağının farkına vardı. Bu sırada ceylanların da neslinin tükenme aşamasına geldiğinin farkında değildi. Zamanla bunu da öğrendi ve gece gündüz onlar için mücadele etmeye başladı. Çalışmaları sayesinde fabrika faaliyetini durdurdu ve ceylanlar koruma altına alındı. Bugün onun girişimleriyle kurulan ceylan üretim istasyonu; bölgedeki sadece ceylanları değil, tüm canlıları takip ediyor. Yok olmanın eşiğinden dönen ceylanların sayısı 600’leri geçmiş durumda ve artık çok daha geniş bir alanda yaşıyorlar.

Onlara çok şey borçluyuz

O kelaynakları, kelaynaklar da Anadolu doğasını korudu
Belkıs Balpınar (Acar)

Onlara çok şey borçluyuzKilim uzmanı olan Belkıs Balpınar (eski soyismi Acar) 1970’lerde Sultanahmet Camii Külliyesi’ndeki Kilim Müzesi’nin müdiresiydi. Kuş resimlerini tuvaline taşıyan ressam eşi Salih Acar’la birlikte doğa için çalışmak istediler. Yolları Tansu Gürpınar ve Alman kuş fotoğrafçısı Udo Hirsch ile Urfa-Birecik’e düştü. Vesile, kelaynaklardı… 1957 ve 1958 yıllarında Suriye’den Türkiye’ye doğru bulutlar halinde çöl çekirgeleri gelmeye başladı. Tarım ürünlerini kurtarmak için uçaktan DDT atıldı dağın taşın her karışına. Çekirge sorunu çözüldü ancak doğaya atılan bu zehir nedeniyle başta kelaynaklar olmak üzere toy kuşları, turnalar, kartallar, şahinler, keklikler, bülbüller hatta yılan ve akrep dahil tüm canlılar öldü ve nüfusları ciddi oranda zarar gördü. Kelaynaklarsa 50 çiftin altına düştü. Belkıs Acar bunun üzerine kelaynaklar için çalışma kararı aldı. 1975’in mart ayında bir dernek kurdu. Sonraki yıllarda Türkiye doğası için çok büyük başarılara imza attı, bugün korunan her alanın, türün çalışmalarını başlatan Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (DHKD) kurulmasına öncülük etti ve derneğe ismini de o koydu. Kelaynaklar daha sonraki yıllarda Türkiye’de doğa korumanın sembolü haline geldi, o dönemden temelleri atılan çalışmalar sayesinde bölgede yaşayan halktan Ankara’daki bürokrata kadar herkesin gözü gibi baktığı bir canlı oldu. Bugün mönüleri bile özel olarak hazırlanan kelaynakların sayısı 200 çifte yaklaşmış durumda, üstelik artık yeniden göçe de gönderiliyorlar.

Onlara çok şey borçluyuz

Van Gölü’nün yüreğindeki sırrı keşfetti
Prof. Dr. Mustafa Sarı

Mustafa Sarı bundan 25 yıl önce Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne araştırma görevlisi olmak üzere gittiğinde tanıştı inci kefaliyle. O yıllar bu balığın; Karadeniz’de hamsinin de tükenmesinden sorumlu tutulan gırgır ağıyla, üreme için geldikleri akarsuların ağızlarında avlandığı yıllardı.
Evet, başarısız oldum ama…
1992’de 25 yaşında genç bir asistanken karar verdi sarı inci kefaliyle ilgili bir doktora tezi hazırlamaya. Ancak 1997’de tezi bittiğinde korkunç gerçekle de yüzleşti: “O yıllarda toplam 15 bin ton avlanan inci kefalinin yüzde 90’ı üreme döneminde, derelere yumurtlamak için gelmiş balıkların avlanmasından oluşuyordu. Yasal avcılık sadece toplam avın yüzde 10’uydu”. Sarı şöyle başlıyor mücadelesini anlatmaya: “Geliştirdiğim alternatif balıkçılık yönetim modeliyle bu kötü gidişatı durdurmaya niyet ederken çok heyecanlıydım. Oysa inci kefalinin üreme dönemine endeksli olarak kurgulanmış bir ekonomik düzen vardı. Dere boylarındaki köylerde devlet eliyle balık avcılığı için kooperatifler kurdurulmuş, her köyde bir ‘bent ağası’ hüküm sürüyor, göl çevresindeki tüm balığın geliri birkaç insanın cebine giriyordu. İlk iş, devleti harekete geçirmek istedim. Başarısız oldum. Sonra üreme döneminde kaçak balık avlayanlarla onların balıklarını alıp satanları bir araya getirerek yeni bir model denedim. Yine başarılı olamadım. Beni ‘inci kefalini katlettirmek, balıkçılarla çıkar ilişkisine girmekten’ mahkemeye verdiler. Ama bu dönemde çabalarımızla bir farkındalık da oluşmaya başladı. Şahika ve Asaf Ertan çiftinin katkılarıyla göl çevresinde STK merkezli yeni bir çalışma başlattık hep birlikte ve sonunda bu modelde köylülere üreme zamanında avladıkları her balığın kendi bindikleri dalı kesmek olduğunu anlatabildik bir parça. Köylüler yavaş yavaş üreme dönemi avcılığından vazgeçti.” Bugün inci kefalinin kaçak avlanması için bent kurulan Erciş Deliçay’da bir balık göç gözlem alanı var ve her yıl Uluslararası İnci Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali yapılıyor. Artık inci kefalinin korunması için Tarım Bakanlığı her yıl bütçe ayırıyor.
Okullara adı veriliyor
Kaçakçılığı önlemek için Van Gölü’nde üç tane jandarma asayiş botu var. Avcılık bilimsel sınırların içinde gerçekleşmeye başladı. Kaçak avcılık büyük oranda önlendi ve inci kefalinden sağlanan gelir 1.2 milyon dolardan 12 milyon dolara çıktı. Bu balığın, Van Valiliği karşısındaki meydanda bugün kocaman bir heykeli var. Erciş Kaymakamlığı’nın, Muradiye Kaymakamlığı’nın ve Erciş Belediyesi’nin logosunu süslüyor. Göl çevresindeki okullara ‘inci kefali’ adı veriliyor.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.