Nuray Mert’in HüdaPar ve Kürt Çalıştayı Üzerine Değerlendirmeleri
Nuray Mert, HüdaPar ve Kürt Çalıştayı üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulunuyor. Bu yazıda, Mert’in analizleriyle siyasi dinamikleri ve Kürt meselesinin güncel durumunu keşfedin.
Nuray Mert’ten HüdaPar ve Kürt Çalıştayı Üzerine Değerlendirmeler
Gazeteci Nuray Mert, anayasanın ilk dört maddesi hakkında yaptığı önceki açıklamalarla dikkat çeken HüdaPar’ın, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği Kürt Çalıştayı’na AK Parti çevresinden gelen tepkileri değerlendirdi. Medyascope yazarı Mert’in “Hani ortak paydanız Müslümanlıktı?” başlıklı yazısı, bu tartışmaların derinliğine ışık tutuyor.
HüdaPar Çalıştayı ve Kürt Meselesindeki Görüşler
HüdaPar, 15-16 Şubat tarihlerinde Diyarbakır’da bir çalıştay düzenleyerek Kürt meselesine dair yeni bir çözüm süreci önerisi sunmuş. Bu durum, elbette anlaşılır bir durum. Ancak, bu girişimin Cumhur İttifakı ve özellikle AK Parti içinde tartışmalara yol açması da son derece doğal. Tuhaf olan, bu tartışmanın ortaya çıkmasını yadırgayanların varlığı. Ben, olaya “Ne güzel, Cumhur İttifakı içinde bir niza oluştu,” diye bakanlardan değilim. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu niza muhalefet içindeki didişmelerden öteye geçmeyecek, rahat olsunlar. Daha da tuhaf olan, MHP, BBP ve HüdaPar’ın yer aldığı bir siyasi ittifakta, bu konuların daha önce hiç tartışılmamış olması. Bu sessizliğin sebebi, akıllarına gelmemesi mi yoksa “safları bozmamak” adına bir tercih mi, bilemiyorum. En tuhaf olanı ise, anlaşılır bir tartışmanın karşılıklı ithamlar çerçevesine taşınmasıdır.
Cumhur İttifakı İçindeki Yükselen Tartışmalar
Çalıştaya katılan Mehmet Metiner, kendisini eleştirenlere cevap olarak yazdığı bir yazıda, “Birileri, hatta AK Partili görünen ama gerçekte İttihatçı-Kemalist bir zihne sahip olanlar, söylediklerimi çarpıtma yoluna gitmesinler,” diyor. Ancak, ne yazık ki, “Pusuda bekleyen o birileri arsızca ve hadsizce dil uzatma yoluna gitmekten kaçınmamışlar” (Yeni Şafak, 18 Şubat 2025). İttihatçı-Kemalistlerin var olup olmadığını, varsa kimler olduklarını bilemem; ancak AK Parti içinde Türk milliyetçilerinin, hatta çoğunlukta olduklarını biliyoruz. Cumhur İttifakı söz konusu olduğunda, bu çoğunluk daha da büyüyor. Metiner, ardından, “Hem silah bırakılırsa, Türkiye’ye aidiyet ve sadakat temelinde ortaya konulan farklı görüş ve talepleri baskılamaya çalışmak… AK Parti’nin kurucu ruhuna ve misyonuna ihanettir,” diyor. Oysa, AK Parti’nin yıllardır farklı görüş ve talepleri baskılamayla meşgul olduğunu fark etmemiş gibi görünüyor. Siyasi görüş bildirdiği için, basın toplantısı yaptığı için cezaevine giren veya en azından gözaltına alınanların tek suçu, Metiner’e göre “bırakacak silahlarının olmaması” mıdır? Veya MHP’nin bilge liderinin, henüz onların görüş ve talepleri ile ilgilenmeye zamanı olmamış mıdır? Bilemiyoruz.
Asıl önemli olan konu, İslamcılık ideolojisinin aslında ulus devletçiliği barındırdığı gerçeğinin bir kez daha gün yüzüne çıkmış olması. Nitekim, aynı gazetede Ersin Çelik imzalı bir başka yazar, “Hani ortak payda Müslümanlıktı?” başlıklı yazısında, HüdaPar’lıların “satır aralarında milliyetçilik yaptıklarını” vurguluyor. Ona göre, Türkiye’de, “HüdaPar’ın terk edilmesini arzuladığı ulus devlet paradigması”, “özellikle son yirmi yıl içinde büyük değişimlere” uğramış. Bu büyük değişimin ne olduğuna dair net bir açıklama olmaması ise dikkat çekici.
AK Parti ve Kürt Meselesine Yaklaşımı
Aslında, Türk milliyetçiliğinin izleri, Çelik’in yazısında da oldukça belirgin. “Hani ortak payda Müslümanlıktı?” derken HüdaPar’lıların da dönüp aynı şeyi, eleştirmenlerine sorabileceğini göz önünde bulundurmuyor. AK Parti’nin Kürtlere bakışı, Kemalist ulus devlet perspektifinden farklılık gösterebilir; ancak bu kez de “Müslümanlık” ortak paydasına titizlenmek, Türkler’den ziyade Kürtler’den bekleniyor. Nihayetinde, AK Parti’nin hakim olduğu devlet, tartışmasız bir ulus devlet yapısıdır. Bu çerçevede, federasyon talebinin dahi kabul edilemez olduğu bir siyasi yapı söz konusudur. AK Partililer ve Türk İslamcıların ezici çoğunluğunun, bu yapının değişmesine razı olmaları oldukça mümkün görünmemektedir. “Bu yapı değişmeli” demiyorum; yalnızca mevcut durumu ifade ediyorum. Bu yapıyı sorgulamak sakıncalı olduğu için değil, tam tersine, tüm bu konuların nefret ve şiddet içermediği sürece açıkça konuşulmasından yanayım.
Kısacası, İslamcıların iddia veya özlemlerinin konusu olan, ümmetçi bir yaklaşımın mevcut konjonktürde mümkün olmadığını bu mesele etrafında görebiliyoruz. Burada sadece Türkiye’deki İslamcılıktan söz etmiyorum; bütün dünyada, ulus devletler çağında ümmetçi bir anlayışın karşılık bulamayacağı tarihi tecrübelerle sabittir. Dahası, İslamcıların referans aldığı “ümmetçilik”, yani tüm ümmetin aynı siyasi çatı altında birleşmesi, yalnızca erken İslam tarihi hariç, modern öncesi çağlarda da hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Müslümanlık, geniş bir coğrafyaya yayıldıktan sonra böyle bir imkânın doğması da, çaba da söz konusu olmamıştır. Modern döneme denk düşen pan-İslamcılık ideolojisi de yakın tarihin gerçekleri karşısında iddiasını sürdürememiştir. Bu konular, uzun bir tartışma meselesi; ancak tarihi tecrübeler ne olursa olsun, ütopyaların siyasi anlamı önemini korumaktadır.
Türkiye’de İslamcılık ve Milliyetçilik Çelişkisi
Türkiye İslamcılığı, pan-İslamcı tahayyülün daha ziyade Osmanlı geçmişini referans aldığını biliyoruz. Başarılı olup olmayacağı tartışmalı; ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun “mirasçısı” olarak kabul edilen yeni ulus devletlerin yakın ilişkiler kurmasını hedefleyen siyasi bir strateji, anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Ancak, ‘neo-Osmanlıcı’ diye tanımlanabilecek bu yaklaşımın arka planında Türkiye’nin ve Türklerin patronajı düşüncesi yatmaktadır. Türkiye’nin merkezi konumu ve gücü açısından bu da anlaşılır bir siyasi tavırdır. İşaret etmek istediğim nokta, Türkiye İslamcılığının Osmanlı vurgusu dahil olmak üzere, Türk milliyetçiliği ile örtüşmesi ve ulus devlet zemininde şekilleniyor olmasıdır. Bu, geçmişte olduğu gibi, bugün de böyledir. Bu yaklaşım, ister istemez Kürt meselesine ilişkin “din ortak paydası” çıkışlı çözüm stratejilerine de yansımaktadır. HüdaPar’ın düzenlediği toplantıya verilen tepkileri bu çerçevede anlamak mümkündür. Anlaşılmaz olan, İslamcıların bu gerçeği görmezden gelmesidir. Bu durum, samimi bir tartışmanın yerini suçlayıcı bir dilin almasına neden olmaktadır.