Mehmet Emin Saraç Üstadımızın Hayatı ve Eğitim Serüveni
Mehmet Emin Saraç Üstadımızın hayatı ve eğitim serüveni, ilmi ve manevi yönleriyle keşfediliyor. Onun eğitim anlayışı, yaşam felsefesi ve topluma kattıkları hakkında derinlemesine bilgiler edinin.
Mehmet Emin Saraç Üstadımızın Hayatı
Mehmet Emin Saraç üstadımıza, babası Mustafa Efendi Hazretleri, diğer kardeşleriyle birlikte onu, başkalarının şikayet etmemesi için gece yatağından kaldırarak Kur’an-ı Kerim’i ezberletmiştir. 10-15 yaşlarına geldiğinde, ilim tahsili için İstanbul’a gönderilmiştir. Fatih’te bulunan Üçbaş Medresesi’nde, evi barkı olmayan âlimlerle ve fikir adamlarıyla kalmıştır. Bu süreçte Ali Haydar Efendi’den, İsmet Garibullah Tekkesi’nde, Fatih Camii imamı Ömer Efendi ile Fatih Camii baş kayyımı Süleyman Efendi’den dersler almıştır.
Hocamız, Fatih dersiamlarından Hüsrev Efendi’den yasak döneminde ders okurken jandarmaya yakalanmamak için arkadaşlarından birini nöbetçi bıraktıklarını ifade etmiştir. Hem babası hem de yukarıda bahsedilen üstatların Hocaefendi’ye özel bir ilgi gösterdiği söylenebilir. Hocamızın üzerinde en fazla tesir bırakan hocaları ise, Gümülcineli Mustafa Efendi gibi ayaklı kütüphane olarak bilinen âlimlerdir. Hocamızın anlattığına göre, Gümülcineli Mustafa Efendi, medreseler kapatılınca sokağa atılan âlimlerden biridir. Kendisinin hiçbir evi yoktur; Fatih Camii’nde, bazı medreselerde ve bazı talebelerinin evlerinde kalmış. Fatih Kütüphanesi’nde bulunan on bin civarında yazma eseri iki kez okuduğunu belirtmiştir.
Yurt Dışına Çıkışı
1940-1950 yılları arasında İstanbul’da büyük bir iştiyakla derslerine devam ettiği üstatlarının teşvikiyle, Türkiye ortamında sağlam bir tahsil yapamayacağına kanaat getirerek önce Bağdat’a gitmek için teşebbüste bulunmuş, Güneydoğu’da sınıra kadar gitmiş fakat çıkmaya muvaffak olamamış, orada bir muhterem zatın misafiri olmuştur. Bağdat’a gidemeyince Mısır’a gitmeye karar vermiştir. Ancak pasaport, vize gibi pek çok sorunla karşılaşmış ve Allah’ın lütfu sayesinde hiç beklemediği bir kişi tarafından işleri hallolmuş ve Mısır’a gitmeye muvaffak olmuştur. Ali Haydar Efendi, Hocamızı Mısır’a uğurlarken orada bulunan tekke ve tarikatların cazibesine kapılmamasını, günde bir cüz Kur’an tilavet etmesini ve derslerine çok çalışmasını tavsiye etmiştir.
Mısır’a gittiğinde Ezher Üniversitesi’nin lise kısmına kayıt yaptırmıştır. Ezher hocaları, Türkiye’den gelen bu genç talebenin hafız olduğunu görünce çok şaşırmışlardır. Zira onlar yeni Türkiye’de İslâmî değerlerin tamamen yok olduğunu düşünmekteydiler. İlk defa hocamızla bunun böyle olmadığını anlamış oldular. Ezher Üniversitesi’ne devam ederken, Mısır’a hicret eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi ile büyük muhaddis, fakih ve müfessir Mehmet Zahid Kevserî’nin derslerine devam etmeyi ihmal etmemiştir. Ayrıca orada Osmanlı hanedan mensuplarıyla da temasları olmuştur.
İstanbul’a Dönüşü
Zor ve meşakkatli gurbet yıllarından sonra İstanbul’a döndüğünde, diploması geçersiz sayıldığından resmi olarak görev alması mümkün olmamıştır. Bu nedenle farklı alanlara yönelmiştir. Ankara’da arşivde çalışması teklif edildiğinde kabul eder gibi olmuş fakat sonra “Emin, sen bunun için mi okudun?” diyerek bu teklifi reddetmiştir. Gerek muhterem babası, gerek İstanbul’da ders okuduğu hocaları, gerekse Mısır’da karşılaştığı üstatlarının Hocamıza özel ilgi göstermeleri, onu bu manevî sorumluluğu üstlenmeye sevk etmiştir.
Hocaefendi ile Tanışmam
Benim Hocaefendi ile tanışmam 1991 yılına tekabül eder. Marmara İlahiyat Fakültesi’ne başladığımız sene, Amasya’dan çok sevdiğim Mehmet Yüksek Hocam bana bir yazı vererek Fatih Camii’ne gitmemi ve mutlaka Hocaefendi ile görüşmemi tavsiye etmiştir. Biz de Prof. Dr. Ali Bulut Hoca ile bir cumartesi günü Fatih Camii’ne gittik. Hocaefendi ile görüştük. O zamanlar arka tarafta müezzin odasının önünde bulunmaktaydı. İlk görüşmemizde bizi öyle bir etki altında bıraktı ki, kendimizi kadim İslâm kültür ve ilimlerine sahip çıkmaya ömrünü vakfedecek bir ruh haline bürünmüş bulduk.
Namazdan sonra elimizden tuttu. Bizi Fatih Camii’nin Fevzipaşa çıkışına kadar götürdü. Hocamızın talebelerine tahsis ettiği evin yerini tarif ederek onlarla görüşmemizi ve istersek eve yerleşebileceğimizi söylediğinde çok heyecanlandık. Hocamızın talebeleri için tahsis ettiği eve gittik. Orada Hocamızın talebeleriyle konuştuk ve hemen eşyalarımızı getirip eve yerleştik. Evde on arkadaş kalıyordu: Hafız Osman Şahin, Dr. Yüksel Selman, Kadir Öztürk, Sadettin Ekici, Prof. Dr. Abdülhamit Tüfekçi, Ahmet Dilek, Şükrü Küçük, Zafer Durmuş gibi arkadaşlarımız, biz geldiğimizde Hocamızın dersine devam edenlerdendi. Derslerimiz genellikle Fatih Camii’nde müezzin mahfilinde olurdu. Dersler bazen 18.00’de başlar, akşam namazına kadar devam ederdi. Yaz tatillerinde ise dersler saat 10:00’da başlar, öğle namazına kadar sürerdi. Hocamızın amacı, dersleri namaz vakitlerine denk getirerek bizleri, camide cemaatle namaza alıştırmaktı.
Bazı Hatıralar
Bir gün Vefa’da, şu an İlim Yayma Cemiyeti’nin yurdu olan Ekmekçizade Medresesi’nde dersi yaptıktan sonra Hocaefendi, bize Vefa Bozacısı’ndan boza ısmarladı. Vefa Bozacısı’nın sahibini rahmetle yad etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında, hemen bozacının yanında yer alan küçük cami bir gayrimüslime satılmış ve o da camiyi at ahırına çevirmiş. Vefa Bozacısı’nın sahibi rahmetli İsmail Efendi, bu camiyi o gayrimüslimden satın alarak tekrar camiye dönüştürmüştür. O gün Süleymaniye Camii’ne gittik. Yolda gördüğümüz tarihi eserler ve eski evler hakkında sürekli bir şeyler anlattı. Şehzadebaşı’ndan Fatih’e dönerken eski sinemaların yanından geçiyorduk. Ali Haydar Efendi’nin kendisine söylediği, “Buralara girenler, kahvehanelerde taburelere oturan kişiler ilmin zevkini asla alamaz.” sözünü bize hatırlatmıştı. Hocaefendi, hocaların ve ilim talebelerinin kahvehanelere gitmelerini, kısa kollu tişört giymelerini hiç tasvip etmezdi.
Derslere Önem Verirdi
Haftanın cuma günü hariç her gün dersimiz olurdu. Ancak Hocaefendi’nin cuma günü başka talebelere dersi olurdu. Nureddin Yıldız, Fatih Kaya, Muhammet Beyler, Ahmet Hamdi Yıldırım ve Ahmet Yüksek gibi arkadaşlarımız, Cuma sabahı Sahih-i Buharî dersine iştirak edenlerdi. Hocamız için dersler çok mühimdir. Biz, Hocaefendi’nin derse gelmediğini kesinlikle görmedik. Ailesi ile birlikte yazın tatile gitmediğini, onları gönderip ders için kaldığı herkesin malumudur. Ara sıra uluslararası ilmî toplantılar için yurtdışına giderdi. Çoğunlukla program bitmeden bir iki gün içinde dönerdi. “Ee çocuklar toplantılar bitince gezi, yeme içme faslına kalamadım” derdi. Bunun sebebi, üzerine yüklenen ağır sorumluluktu. Devamlı olarak “Ee çocuklar ne diyelim, iş başa düştü.” derdi. Yazları on gün memlekete gitmemize izin verirdi. Memlekete gidecek arkadaşlara orada bulunan yaşlı, salih zevatı mutlaka ziyaret etmelerini, namazları camide kılmalarını ve cumaları vaaz etmelerini tavsiye ederdi. Biz de Ali Bulut Hoca ile memleketimize döndüğümüzde, Hocamızın tavsiyesi üzerine Cuma günü Orta Camii’de vaaz etmek için Vezirköprü müftüsüne gitmiştik.
Hadis Okuttu
1991 senesinden vefatına kadar sürekli etrafında bulunduğum muhterem Hocamız, hadis kitapları okuturdu. Biz geldiğimizde Sahih-i Buharî’ye yeni başlamıştı. Onu tamamladıktan sonra Abdulfettah Ebu Gudde Hocamızın tavsiyesi üzerine Sünen İbni Mâce’yi okuttu. Ardından Sünen-i Nesaî, Sahih-i Müslim, Tirmizî ve Sünen Ebi Davud’u okuttu. Derse başlamadan önce mutlaka bir sayfa Kur’an tilavet edilirdi. Önce kendisi okur, sonra sağdan her arkadaşa bir iki hadis okuturdu. “Hepimiz burada Resulullah’a salat-ü selam getiriyoruz” derdi. Tefsir ve ulumu’l-Kur’an derslerini Hocamızın manevî evladı sayılacak kadar sevdiği Hamdi Arslan Hocamız’a tevdi etmişti. Ben, Hocaefendi’nin riyasetinde Hamdi Arslan Hocamızdan Nesefi Tefsiri, Ebussuud Efendi’nin tefsirinden Maide Suresi’ni, Tahiru’l Cezâirî’nin Ulumu’l Kur’an’a dair yazdığı eserini okudum. Hadis ilimlerine dair hocamızın çok sevdiği bir diğer talebesi Prof. Dr. Halil İbrahim Kutlay Hocamızdan Nuhbetu’l Fiker, İbni Salah’tan Mukaddime, Nureddin Itır Hocamızın hadis usulüne dair eserini okuduk. Abdullah Siraceddin Efendi’nin Risaleyi Beygûniye şerhini de okuduk.
Bir diğer örnek ise, 1995 yılında Hüseyin Atay, Hasan Elik, Yaşar Nuri Öztürk gibi bazı ilahiyat hocaları tarafından yazılan ve “İslâm Gerçeği” adıyla basılan kitabı görünce Hocaefendi çok kızmış ve daha öğrencilik yıllarından tanıdığı, Dersiam Hüsrev Efendi’den birlikte ders okuduğu Hüseyin Atay’a tevbe etmesi ve kitaptan teberri etmesi için mektup yazmıştır. Yine Hasan Elik ile Kâbe’de bir vesile ile karşılaştığında, yüzüne karşı tevbe etmesi ve o kitaptan teberri etmesi gerektiğini söylemiştir.
Dikkatini Çekmiş
Mehmet Emin Saraç Hocamız ile ilgili yazıyı tamamlamadan onun bir yönüne daha dikkat çekmek isterim. 1940-1950 yılları arasında İstanbul’da, Üçbaş Medresesi’nin bir odasında ikamet ederken diğer odalarda ikamet eden üstadlardan özellikle bir tanesi Hocamızın dikkatini çekmiştir. O zat-ı muhterem, Galatasaray ve Vefa Liselerinde felsefe hocalığı yapmış olan, Fransızca ve Arapçayı şiir yazabilecek seviyede iyi bilen Muallim Mahmud Cevdet Bey’dir. Hocamız, medresede kalırken bu zatın neşrettiği, belki de ilk İslâmcı dergi sayılabilecek “Doğan Güneş” mecmuasının elden dağıtımını yaptıklarından bahsetmiştir. Hatta Mahmud Cevdet Bey’in, medresede yatakları kaldırarak kendisini “Medrese-i Yusufiye” olan hapishane hayatına alıştırdığını söylemiştir. Bu zat, yazdıkları yüzünden hapse atılmış, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde doktor bir öğrencisi tarafından kaçmasına imkân sağlanmış, oradan bir güzergâhı takip ederek önce Halep, ardından da Şam’a kaçmayı başarmıştır. Bilahare Medine-i Müneverre’ye giden Mahmud Cevdet Bey, Medine’de uzun yıllar Beşirağa Medresesi’nde kalmıştır.
Kaynak: İrfanDunyamiz.com