Katalimci Başbakanlar: İsrail’in Gazze İçin Uzun Tarihi ve Halkların Acıları
İsrail’in Gazze için uzun tarihi ve halkların acılarını incelerken, katalimci başbakanların rolünü ve çatışmanın insanlık mirasındaki etkisini ele alıyoruz.
Gaza’ya karşı yürütülen operasyonlar, bölge halklarının gündeminden düşmüyor. İnsanlar zorluklar içinde yaşamını sürdürürken, sevdiklerini kaybetmenin ağırlığıyla karşılaşıyor. Ümit Yenişehirli bu konuyu ele alırken, tarihin başlangıcından beri İsrail devletinin liderleri üzerinden bu topraklarda gerçekleşen katliamları inceleyen bir yazı kaleme aldı.
Katliamcı Başbakanlar başlığı altında anlatılanlar, devletin kuruluşundan bu yana Filistinlilere karşı yürütülen sert politikaların ve sivil kayıpların kronik bir özeti olarak görülüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “Kafir Netanyahu” ifadesiyle devreye giren başbakanlar sıralamasında ilk sırada yer alan Netanyahu’nun, 1948 yılından bu yana görülen en yıkıcı kayıplara neden olduğu belirtiliyor.
Açık kaynaklardaki veriler, 1948 Arap-İsrail Savaşı süresince Ben-Gurion’un başında bulunduğu süreçteki davranışların, Filistin topraklarının büyük bir kısmının işgali ve yüzbinlerce kişinin yerinden edilmesiyle sonuçlandığını ortaya koyuyor. Bu dönemde 15 binden fazla Filistinli’nin şehit olduğu ve 700 binden fazlasının sürgüne zorlandığı iddia ediliyor; bugün milyonlarca Filistinli ise mülteci olarak yaşamını sürdürüyor.
Nobel Barış Ödülü Sahibi Katliamcı: Menahem Begin konusuna gelince, 1982 Lübnan Savaşı sırasında yaşananlar, sivil kayıpların sayısının giderek arttığı, FKÖ’nün zayıfladığı ve Lübnan’da sivil hedeflerin hedef alınmasının eleştirildiği bir döneme işaret eder. Begin’in bu savaşlar esnasında, Batı dünyasının övgüsünü alan bir profil çizdiği, Nobel Barış Ödülü’nü alması ise tartışmaları derinleştirdi. Ödülün verilişi, Sedat-Neksayı olarak adlandırılan süreçte meydan gelen diplomatik manevralarla ilişkilendirilir.
İsrail Kayıpları ve Şarbonun Bedeli olarak anılan dönemde Şaron’un rolü, özellikle 1982 Beyrut operasyonlarıyla hatırlanıyor. Şaron’un emriyle Sabra ve Şatila’da yaşanan katliamlar, uluslararası baskılar sonucunda savunma bakanının istifasını gerektirecek kadar ağır bir dava olarak öne çıkmıştı. Ardından gelen yıllarda Kudüs ve Lübnan cephelerinde verilen kararlar ve operasyonlar, bölgede uzun süreli etkiler yarattı.
Erdoğan’ın Sözü ve Peres’in Tepkisi bağlamında Davos’taki ünlü konuşma da özel bir yerde durur. “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz.” sözleriyle muhatap olan Peres, Filistinlilere karşı yürütülen operasyonlarla dikkat çekmişti. Lübnan’da Gazap Zamanı olarak adlandırılan süreç, Birleşmiş Milletler’in güvenliği açısından da tartışmalı bir dönemi işaret eder.
Netanyahu’nun Sorumluluğu konusunda, 1967’de İsrail Savunma Kuvvetleri’ne katılmasından beri başı çeken operasyonlar ve kararlar, onun döneminde sivillerin hedef alınmasının artış gösterdiğini gösterir. 7 Ekim 2023’te başlayan ve bugün itibarıyla yüzbinlerce Filistinli’nin hayatını kaybettiği iddia edilen operasyonlar, başlı başına bir istatistik olarak öne çıkar. Başroldeki sorumlu ise hep aynı isim etrafında dönüyor: Netanyahu.
Mescid-i Aksa’ya Yaklaşım ve Golda Meir konusuna değinildiğinde, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıların bunun en net örneklerinden biri olduğu ifade edilir. 1969’da gerçekleşen saldırı, tarihsel hafızalarda derin izler bırakmış ve dönemin liderlerinin bu eylemleri hakkında çeşitli tezler üretilmiştir. Golda Meir’in açıklamaları, dönemin dinamiklerini ve İslam dünyasının hissiyatını özetleyen ifadeler olarak kayda geçer.
Bu yazı, bölgedeki trajediyi sadece rakamlar üzerinden anlatmaz; her bir kaybın ardında bir insanın hikâyesi, bir ailenin umudu ve bir toplumun acısı vardır. Bu bağlamda, kronolojinin ötesinde bir bakış açısı sunmayı amaçlar.