Kalkandelenli Hafız Süleyman Efendi’nin Filistin Meselesine Dair 1938 Yılına Ait Makale Tercümesi
Kalkandelenli Hafız Süleyman Efendi’nin 1938 yılına ait Filistin meselesine dair makalesinin çarpıcı tercümesiyle tarihe tanıklık edin.
Kalkandelenli Hafız Süleyman Efendi (Fehmi) Şehabeddin’in Filistin Meselesine Dair 1938 Yılına Ait Bir Makale Tercümesi
Prof. Dr. Mehmet Samsakçı – Dr. Behicuddin Şehapi
İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana, yani tam bir yıldır Filistin’de, çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden sürdürdüğü katliam, yalnızca İslâm âleminin değil, vicdan ve merhamet sahibi tüm insanlığın yüreğini dağlamaktadır. II. Dünya Savaşı’na giden yıllarda saldırılara başlayan, savaş sonrası gayr-i meşru iddialar ve yöntemlerle Orta Doğu’da kurulan ve kurulduğu yıllardan bu yana sadece bölge için değil, tüm dünya için zararlı, zehirli bir ur gibi huzur ve barışa kast eden bu ülke, günümüzde de en büyük vahşî operasyonlarını icra etmektedir. Dinî, insanî, siyasî, hukukî hiçbir istinatgâhı olmaksızın mazlum ve mağdur Filistin halkı üzerindeki zulümlerini sürdüren İsrail, maalesef dünya siyasetine yön veren, hatta onu yöneten güçler tarafından desteklenmekte, korunmakta ve cesaretlendirilmektedir. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere bazı ülkeler hukuk ve adaletten yana protestolar düzenlese ve lânetler yağdırsa da, bu acımasız ve sınır tanımaz saldırganlık ve vahşete “dur!” diyecek küresel ve evrensel bir irade henüz ortaya çıkmamıştır. Temennimiz, bu katliamın bir an evvel son bulması ve akan masum kanın durmasıdır. Şehrinden, kasabasından, köyünden edilen, tabiri câizse “ocağı başına yıkılan” Müslümanların hak ettikleri şerefli hayatlarına bir an önce dönmeleridir.
Evveliyatı çok daha geçmişe dayanan ancak 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana Batılı müttefikleri ve şer ortaklarının destekleriyle Filistin toprakları üzerindeki tazallüm ve tahakkümü artan İsrail’in on yıllardır devam eden hamleleri, duyarlı, şuurlu ve vicdan sahibi tüm İslâm âlemini derinden etkilemiştir. Aşağıda tercümesini sunduğumuz makale işte bu şuur ve merhamet sahibi bir kalemin feryatlarını içermektedir. Makale, bizzat tercümanı Kalkandelen Medresesi müderrislerinden ve aynı şehirdeki Köprü Camii imamı olan Hafız Süleyman Şehabi’nin verdiği bilgiye göre, Kahire’de neşredilen – kendisinin de zaman zaman makaleler neşrettiği – el-Fetih gazetesinin 16 Cemaziye’l-Evvel 1357 [14 Temmuz 1938] tarihli nüshasında Mısır Darülfünunu (el-Ezher) Hukuk Fakültesi’nden Azize Abbas Asfour tarafından kaleme alınmıştır. Makaledeki ifadelerden, İslâmiyet ve Müslümanların ahvali hakkında çok ince bir hassasiyete sahip olduğu anlaşılan Asfour, henüz 1938’de yani II. Dünya Savaşı’nın ve İsrail devletinin kuruluşundan kısa bir süre önce aşağıda Süleyman Fehmi (mahlası) Efendi’nin tercümesini sunacağımız makalede, İsrail’in vahşî ve hak hukuk tanımaz tutumunu lânetlerken, bir yandan da Müslümanların tepkisizliklerine dair sert ifadeler kullanmakta, bu sessizlik ve suskunluğun Allah’ın rızasına uygun olmadığını, Hazret-i Resulullah’ın muazzez ruhunu incittiğini belirtmektedir.
Aşağıda kısa biyografisini verdiğimiz Hafız Süleyman Efendi ise el-Fetih’teki neşrinden 9 gün sonra makaleyi çok akıcı bir dille Türkçeye nakletmiştir. Muhtemeldir ki gazete, posta yoluyla o zamanlar Yugoslavya şehirlerinden birisi olan Kalkandelen’e (Tetovo) ulaşmış ve merhum Süleyman Efendi hemen kaleme sarılmıştır. Bu makalenin, söz konusu dönemde neşredilmekte olan Türkçe mecmualardan birisinde çıktığına dair – şimdilik – bir bilgimiz yoktur. Tercümeye, merhumdan ailesine kalan evrak arasında Arap harfleriyle oldukça okunaklı bir şekilde kaleme alınan sayfalarda rastlanmıştır.
Bu makalenin neşri dolayısıyla müellif Azize Abbas Asfour ve Hafız Süleyman Efendi’nin ruhlarına rahmet niyaz ediyor, Filistin ve civar bölgelerde devam etmekte olan Siyonist vahşetinin bir an evvel son bulmasını Cenab-ı Hak’tan diliyoruz.
Hafız Süleyman Efendi’nin Kısa Tercüme-i Hâli
Osmanlı’nın son dönemi ve yıkılış dönemlerinde yetişen Kalkandelen ulemâsının önde gelen isimleri arasında Hafız Süleyman Efendi Şehabeddin de bulunmaktadır. 1894 yılında Kalkandelen’in ünlü silah ustası Şehabeddin Bin Mustafa’nın en küçük oğlu olarak dünyaya gelen Hafız Süleyman Efendi, genç yaşlarda dinî eğitime yönelmiş ve dönemin Kalkandelen’de tanınmış din adamları Ahmet Efendi Graçalı, Hafız Selim Efendi Rekalı, Hasan Efendi Çaylalı, Kalkandelenli Hafız Kâmil Efendi Reka ve Hafız Cemil Efendi gibi hocalardan ders alarak medrese tahsilini tamamlamıştır. On beş yaşlarında Hâfız Ziyaeddin Efendi’den Kur’an’ı hıfz etmeye başlamış, bir buçuk yıl içinde hafızlığını tamamladıktan sonra yine aynı hocasından ilm-i kıraat ve tecvid dersleri almıştır. On sekiz yaşında Hocaları Hâfız Kâmil Efendi ve Ahmet Graçalı Efendi ile birlikte Mehmet Paşa Derala komutasındaki askerî birliğe gönüllü olarak katılmış, Balkan Harbi’nde Kaçanik’te savaşmıştır. 1912 yılında Osmanlıların bu topraklardan çekilmesinin ardından İstanbul’a gitmiş ve gönüllü askerlik yaparak yaklaşık üç yıl süreyle Tabur İmamlığı görevini üstlenmiştir. Bu süreçte dinî ilimlerde kendisini geliştirmiş ve İstanbul’da çeşitli ulemâ ile devlet erkânıyla görüşerek dönemin meselelerine vâkıf olmaya başlamıştır.
Hilafetin ilgasından sonra İstanbul’dan ayrılıp memleketi Kalkandelen’e dönerek 1925 yılında Yukarı Çarşı Köprü Camii imamı olarak göreve başlamıştır. Merhumun üç kardeşinden biri, daha önce Kumarnova Savaşı’nda şehit olmuş, diğer ikisi ise İstanbul’dan Tekirdağ’a yerleşerek hayatlarını orada sürdürmüştür. İmamlık görevi ile yeni bir sayfa açan Süleyman Efendi, Köprü Camii Medresesi’ni ihya etmiş ve medresenin başmüderrisi olmuştur. Bu medreseden, dini hizmet veren değerli mezunlar çıkmış ve tanınmış müderrislerden Bedaet Efendi, Hafız Hüseyin Efendi ve diğer hocalarla birlikte Osmanlı usulü dini tedrisat yapılmıştır. Çocuklar için güzel bir Kur’an eğitimini teşvik eden Hafız Süleyman Efendi, ayrıca dinî meseleler üzerine yazılar kaleme almış ve dönemin mecmualarında yayımlamaya başlamıştır. Osmanlı’dan tevârüs edilen akide ve Şeriat sisteminin muhafızlarından biri olarak, Belgrad’daki Reisü’l-ulemâ Cemaleddin Çauşeviç başkanlığındaki Ulemâ Meclisi toplantılarına katılmış ve Krallık Yugoslavyası’nda “Kalkandelen’in Şer’i Hâkimi” veya başka bir ifadeyle “Kadısı” unvanını almıştır.
Birkaç dönem resmî olarak şer’i hâkimlik vazifesini ifa ederken, başmüderris olarak medresede görev yapmış ve başta Sarayevo olmak üzere Eski Yugoslavya’nın belli merkezî şehirlerinde, kendisiyle aynı görüşte olan ulemâ ile bağlantılarını sürdürebilmiştir. Aynı zamanda son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile de gıyaben tanışıp İslam meseleleri üzerine mektuplaşmaya devam etmiştir. Farklı ülkelerde, özellikle Kahire, Selanik gibi şehirlerde basılan dergilere abone olmuş ve burada makaleleri yayımlanmıştır. (Selanik’teki Yarın, Kahire’deki el-Fetih gazeteleri bunlardan birkaçıdır.) Ayrıca o dönemde Yugoslavya’da yayımlanan Sada-yı Millet, En-Nur ve diğer gazete ve mecmualarla da ilgisini kesmemiştir. Krallık Yugoslavyası’nın parçalanmasının ardından, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kalkandelen’in Arnavutluk sınırları içinde yer almasıyla Tiran Baş Müftüsü Behcet Efendi Şapati tarafından tekrar Şer’î Hâkimliğine tayin edilmiş ve bu dönemde bir süre Kalkandelen Müftüsü de olmuştur. Süleyman Efendi, Osmanlı usulü tedrisatın ve kadılığın devam etmesi hususunda büyük bir kararlılık göstermiş ve vatanın düşman güçlerin eline geçmemesi için çaba sarf etmiştir. Ancak bu dönemde, “ilerici” bir grup tarafından – ki bunlar arasında Komünizm ideolojisinden beslenen kişiler de bulunmaktadır – büyük iftiralara ve desiselere maruz kalmış, Tiran’a şikâyet edilmiş ve sürgün edilmesi için teklif verilmiştir.
Hafız Süleyman Efendi’nin feraseti, cesareti ve davasındaki kararlılığı, onu Tiran’da aklamış, bizzat Tiran’da Arnavutluk’un Başvekili Mustafa Kruya’ya yazdığı mektup ve yaptığı görüşmeden sonra kendisini aklayarak memleketi Kalkandelen’e dönmesini sağlamıştır. Zarafeti, giyim kuşamı, disiplini ve âdâbıyla ün kazanan Hafız Süleyman Efendi, tarih boyunca zarif ve davasında taviz vermeyen bir şahsiyet olarak anılmıştır. 1945 yılında Komünizmin Yugoslavya’da hâkimiyet kurmasının ardından “Komünizm düşmanı” olarak hakkında tutuklama emri çıkarılması üzerine Kalkandelen’i terk etmek zorunda kalmış ve Prizren’e sığınmıştır. Prizren’de, hemfikirlerinin ve vatanseverlerin himayesinde iki yıl kalabilmiş, bu süre zarfında Mehmet Paşa Camii Medresesi’ni canlandırmış ve burada talebeler yetiştirmiştir. Ancak burada da mevcut idare tarafından yakın takibe alınması nedeniyle 1947 yılında Üsküp’e gelmiş ve Üsküp ulemâsıyla istişare ederek Sarayevo’ya gitmiştir. Sarayevo’da oranın ulemâsıyla düzenli bir hukuk kurarak, Sarayevo eşrafından Hacı Muyaga Merhemiç’in evinde iki yıl kalarak çalışmalarına devam etmiştir. Feyzullah Efendi Hacibayriç, Kamil Efendi Silayciç, Smail Efendi Fazliç, Mustafa Efendi Sahaçiç gibi o dönemin Saraybosna ulemâsıyla sohbetler düzenleyerek talebeler yetiştirmiş ve Arapça ile Farsça’dan eserler çevirmeye başlamıştır.
Ancak 1949 yılının ilkbaharında, Sosyalist Yugoslavya bünyesindeki Makedon gizli polisinin takibiyle Sarayevo’da tutuklanarak Üsküp’e, oradan da Kalkandelen’e getirilen Hafız Süleyman Efendi, hapse atılmıştır. Hiçbir suçu olmaksızın sekiz ay süreyle o zaman Üsküp Kalesi’nde bulunan Ceza Hapishanesi’nde tutulmuş ve işkencelere maruz kalmıştır. 1950 yılında vefat eden Hâfız Süleyman Efendi, çocukluk ve gençlik dönemini, mücadelesini ve davasını anlatan “Tarihçe-i Hayatım” veya “Yâd-ı Mazi” adlı yetmiş sayfalık yazma bir hâtırat, çeşitli yazılar ve matbu makaleler bırakmıştır. Kalkandelen’de beş çocuk (en büyüğü Kalkandelen’in tanınmış imamlarından merhum Hafız Tâcuddin Efendi’dir) bırakan Hâfız Süleyman Efendi’nin mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.
Tarih-i Tercüme
23 Temmuz 1938
Kahire’de yayınlanan el-Fetih mecelle-i İslâmiye’sinin 16 Cemaziye’l-Evveli 1357 tarihli nüshasının başmakalesinin tercümesidir. Makalede Mısır Darülfünunu Hukuk “Külliyesi”nde Aziza Asfour Hanım’ın Mütercimi: Yugoslavya Tetovo’da Köprü Camii imamı ve Köprü Medresesi müderrislerinden Süleyman Fehmi.
“Filistin Yanmakta, Müslümanlar İse Cansız”
Evlerini tahrip eden, insanlarını katleden, kadınlarının karınlarını yarıp çocuklarını tepeleyen bombalar atan, kardeş Filistin’in çepçevre simasını dolduran ufuklar, tayyarelerinin gürültülü sedası üzerine; bir günah, bir cürüm işledikleri için değil de belki Beytullahü’l-Harem’i müdafaa ettiklerinden, oradaki hayatlarını ve nutk etmiş oldukları son bir “Allahu Ekber, Allahu Ekber” kelimesini veya Allah’a “Biz Müslümanız, senin Kitab-ı Şerif’ine iman edenlerdeniz” diye o uğurda mütecellidâne müdafaada bulundukları için o bahadır şehitleri katletmeleri ve o dilâverlerin boyunlarını kırmak üzere ihsar edegeldikleri sehpalar ve bıçaklarla boyunlarını kırmaları ve Filistin mücahitlerinin göğüslerine boşaltılan ve atılan Yahudi mücrimlerinin yağmur gibi kurşun ve bombalarının sedası üzerine; cebin-i insaniyeti kızartarak rüsva edecek, bedenleri ürpertecek, fezâhati kalpleri pâre pâre edecek şekilde arzları pâmâl etmekten çekinmeyen İngiliz memurlarının müteferrik, türlü türlü, vahşiyane işkenceleriyle tazip edilmekte olan zavallıların kalplerinden göklere çıkan acı iniltilerin sedası üzerine; vallahi ben bilmiyorum ki bu yaptıkları şeyler, gözlere karşı pek açık iken bu günden sonra onlar yine mütemeddin bir kavim olduklarını iddia etmeye nasıl cüret edeceklerdir.
Bu Şark İslâm’ı, yaptıklarını onlar aleyhinde tescil edecek, halef ve seleften ahbârını tevârüs edegelecektir. Alev almış da yalımı tezâüd etmiş, dumanı göklere çıkmış olan bu ateşlerin şulesi üzerine; o ateşler ki o zavallıların meskenlerinde, onları tenkil etmek ve intikam almak ve onları inceden inceye tazip ve arazi-i mukaddese hususunda kendileriyle beraber suikast edenleri irzâ için İngiliz ve Yahudi elleriyle yakılacak ateşlerdir. Filistinli kardeşlerimizin başlarına dökülen azap, memleketleri gasp olunup da bütün dünya memleketlerinden atılan ve en şermli bir tard ile kovulan ve Almanya’nın yaptığı ve pek uzak olmayan Yahudi perakendelerini bir araya toplayarak peşkeş olmak üzere onlara yeni bir vatan verilmek, verilmesine rıza göstermedikleri içindir.
Kutr-ı şakikın etrafında inildeyen güllelerin sedası üzerine; dağlar ve vadileri arasından çıkan yalımların şulesi üzerine; kalbim elemler akıtarak, gözlerim kan dökerek işte bu kelimeyi yazmıyorum, bu kelimeyi maşrıktan mağribe kadar bütün etraf âlemindeki Müslüman kardeşlerime yazıyorum. Onlara yazarak, “Filistin için ne yaptılar?” diye onlardan soruyorum. Onlara Filistin’in başına gelenleri anıyorum. Din ve insanlıkta kardeşleri olanların tahammül edegeldikleri türlü işkencelerin bir kısmını onlara hatırlatıyorum. Kardeşlerinin eninlerini, yavrularının vâveylâsını, çocuklarının hüngür hüngür ağlamalarını, kadınlarının nevhalarını işitmekten sağırlandıktan sonra bunu onlara yazıyorum. Dağ başlarına sürülmüş, yiyecek, içecek bulamayarak aç bî-ilâç kalmışlar; kumları döşek, gökleri yorgan edinmişler; vatan ve dini müdafaada mucib-i iftihar olan gençlerini kaybetmişler; kuvvetli zalimlerin bulaştırmak istediği arzlarını himayede İngiliz ve Yahudi’nin şefkat ve merhametsiz elleriyle kesilmiş çocuklarının hayatını korumak uğrunda güzide adamlarını kaybedegelmişlerdir.
Ey Müslümanlar! Filistin’in vaziyeti bir hâle girmiştir ki kalpler kan döker, ödler kopar, gönüller paralanır, ciğerler erir, ruhlara kesiklik hâsıl olmuş olur. Şehit Filistin’in hâlinden daha beter hangi bir şey vardır? Filistin’in başına gelmiş bir facia gibi daha bir memleketin başına gelmiş midir? İngiliz ve Yahudi ona ne yaptı işittiniz mi? Gazeteler size o kurbanların, o maktullerin ve Filistin’deki enva’-i tahrip ve tedmirlerin ahbârını nakletmedi mi? Ey Müslümanlar! Tarih-i âlemde şehit Filistin’in hüzn-âver sığıntıları gibi bir hüzün verecek Filistinli müteellim bir Müslümanın lisanından naklen el-Fetih’in adetlerinden birinde zikretmiş olduğu vahşet gibi bir vahşet işittiniz mi? İngilizler, istedikleri şeyleri itiraf ettirmek için ateşte bakır iksirler kızdırarak kardeşlerinin tırnakları altına koymakla nasıl ikrahta bulunduğunu işittiniz mi? Biliyor musunuz ki din kardeşlerinizin mülâkî oldukları envâ-i azap arasında yer kazınıyor, cam parçaları konulmakla çıplak adamı onun üzerine döşeterekten cisminden kan akıncaya kadar kamçılarla polisler dövmektedirler. Bundan daha büyük belâ ve daha acısı bu Filistinli kardeşinizin haber verdiği şeydir ki günlerden birinde edepsiz gardiyanlardan biri, fuhşu irtikâp için Şeyh Muhammedü’l-Cağbetü’l-Ezherî’ye geldiler. Cihad mezhebinde, Allah yolunda bahadırlık göstermiş olan bu kurbanlarla iktifa edilmeyip de onlar belki Filistin zuemâsını hapsettiler; şeriat kadılarını tevkif ettiler; şereflere tecavüz ettiler mevâşi ve mahsulât-ı araziyeyi müsadere etmektedirler. Ahalinin emlâkini ve emlâk içindeki eşyayı itlâf etmektedirler. Ziynetleri, emvâli yağma etmektedirler. İslâm emvâl ve vakfiyesini müsadere ederek rey ve fikir ashâbını diyanet-i diniyeden kovarak uzak uzak cephelere nakletmektedirler. “Allahu Ekber” kelimesini ve onun devam zikrini bu mukaddes nağmelerde tekrar edilmesini muhafaza üzerine kelimetullahı ilân ve şeriat-ı müslimîne nusret uğrunda mücahede ederek canlarını ucuza bezl eden bu keder-dideleri ziyade-i tenkilde bulunmaktadırlar.
Ey Müslümanlar! Zihninizden kaybolduğu gibi Mescid-i Aksâ, yalnız Filistin ahalisi için değildir. Etraf etraf âlemindeki bütün Müslim ve Müslimeler içindir. Ve Allahu Ekber ecdadınız bugün yeryüzünde olmuş olsaydı ve görmüş olsaydılar ki bu kardeş kutra ne gelmiştir, saflarını tevhid ederlerdi de onlar o zümreden olurlardı ki Allah onlar hakkında buyurmuştur: “Ellezine âmenu ve hâceru ve câhedu fi sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a’zamu dereceten ındallah ve ülâike humü’l-fâizûn. Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naimun mukîm. Hâlidine fîhâ ebedâ, innallahe indehu ecrun azîm.”
Ey Müslümanlar! Vallahi sizin zihninizde İslâmiyet menkub olduğu gibi hiçbir asırda öyle zelil olduğu görülmemiştir. Vallahi İslâm bu zamanda hakaret gördüğü gibi hakaret görmemiştir. Buna da sizlerin ihmaliniz ve teferruk ve şikâkınız sebep olmuştur. Ecdadınızın ruhlarında olan bezl, kalplerinde olan iman ve şecaat ve din muhabbeti ve miras-ı Müslimîni müdafaaya olan rağbetleri ne oldu… Sizin ecdadınız İslâm’a bir kötülük ilişmesine asla râzı değillerdi… Bugün ise, bugün mucib-i fahriniz, ünvân-ı dininiz olan Kitabullâh Filistin’de paralanıyor. Dininizi tahkiren kan döken tâgîlerin ayakları altında çiğneniyor. Bazısı Seyyidü’l-Mürselîn bazısı da Ashâb-ı Kiram’ın sedaları olan olan mücahit kardeşlerinize isâet kasdıyla bu şeyler yapılmaktadır.
Ey Müslümanlar! Şüphesiz Muhammed (S.A.V.), milyonlarla Müslümanlara bakıyor da Allah’ın onlara mal ve câhtan birçok şeyler vermiş ve kuvvetten de onlara yeryüzünde temkin vermiş de azamet ve şereflerinin remzi, fahrlerinin ünvanı olan Mescid-i Aksâ’da kardeşlerine nusret iştirakten onlara isabet eden zaaf, cansızlık ve râbtasızlıkla muavenetsizliklerinden mütealim olmuştur. Sudûrunuzdan hamiyetin dağılmasını, kalplerinizden merhametin vedalaştığını ve damarlarınızdaki kanların durduğunu gördükten sonra Resulullah Aleyhisselâm’ın müteellim ve mahzun olmaya hakkı vardır. Bu kan ki; Eslâfınızın urûkunda durmayıp galeyan eder ve ebeden harareti zâil olmazdı da “nusretâ” diye edilen nidalara karşı “Lebbeyk” diyerek telbiyede bulunurlardı.
Nebiyy-i Keriminizin bir şeyde mahzun olmaya hakkı vardır ki sadr-ı İslâm’da Ashâb-ı Kirâm’ın fedakârlıklarından nâşi dine yardım ve Müslümanları müdafaa uğrunda olduğu müddetçe muharebe âvâzelerine gülerek, şen ve ferahlı daldıklarını görürken dinin “masraı” önünde sizin sükûtunuzu, buhlunuzu ve cansızlığınızı görmektedir. Evet, Resul aleyhisselavatullahu vesselâm mütellim ve mahzun olmakta haklıdır. Zira Müslümanlardan birçok mil yonlar içinde Ashâbı Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Abbas, Talha, Zübeyr, Hâlid bin Velid ve gayrı gibi bir tane görünemiyor ki soğuyan Müslüman hamiyetlerini tahrik ve öldürülen şecaat ruhunu diriltsin de safları ittihad ederek, sözleri birleşerek zulüm ve adalet acılarını yapanlara müdafaada bulunmuş olsunlar. Evet, O’nun müteellim ve mahzun olmaya hakkı vardır ki adedinizin çokluğuna rağmen içinizde Ali Kerremallahu Veche gibi şerefli bir delikanlı göremiyor. O, insanlara hitaben diyordu ki “Cihat, cennet kapılarından bir kapıdır, onu Allah has velilerine açmıştır. O, takva libasıdır. Allah’ın vermiş olduğu muhkem zırhı ve metin kalkanıdır. Ondan yüz çevirerek terk edene Allah zillet libasını giydirir. Ona belâyı şâmil kılar, onu küçültür ve hakir kılar, kalbini körleştirir. Cihadı tazyi’ ettiği için de hakkı ketm olunur. Zillet ilzam kılınır, ona insaf edilmez olur.
Ey Müslümanlar! Bugün yüzleriniz kızarıp da bu şecaat ve bu ikdam karşısında kendinizden utanmayacak mısınız? Peygamberiniz hüzn ü esefinde hak üzere değil midir? Zira O bu anda o erlikten hiç eser göremiyor ki O, kayserleri kahr ve cebâbireyi izlâl etti. Belki nişanını belirsiz ederek âsârını silmiştir. Siz, onlar yanında neredesiniz? Onlar mücahedelerine rağmen yine kifaf üzere yaşamakta idiler. Hâl bir dereceye kadar bâliğ olmuştu ki Resulullah Sallallahi Aleyhi Vessellem şiddet-i …undan batn-ı şerifine taş bağladı. Siz ise bu anda hüsn-i hâl ve vüs’at-i maişettesiniz. Malınız çok, size Allah hayrı müteveffir kılmış lâkin içinizde iş bilenleriniz az bulunuyor.
Ey Müslümanlar! Yapmış olduğunuz kusurlardan ötürü Peygamberiniz Aleyhissalâtu vesselâm “Hadislerimi nasıl zâyi ettiniz, hidayetimiz nasıl hedmettiniz?” diye sual edeceği vakitte diyeceğiniz ne olacaktır? “Hadisimi unuttunuz mu ki onda size birbirinize yardım etmeyi tergip ve teşvik etmiştim.” “El-Mü’minu li’l-Mü’mini kel-bünyân yeşuddu ba’duhu ba’dâ” Ya zihninizden bu Hadis-i Şerif kayboldu mu: “Meselü’l- mü’minine fî tevâdihim ve terâhümihim ve teâtufihim meselü’l-mescidi izeştekî minhu udvun tedâa lehu sâirü’l-cesedi bi’ş-şehri ve’l-hummâ” Kardeşlerinizin başına gelenler ve nâzil olan facialar geldikten sonra ve onları gâsıbın bombaları ve zulmü katlettikten sonra onlar sizin bir cüz’ünüz olduğu hâlde onlara ne yaptınız? Onu unuttunuz mu ki “Men lâ yehtemmü bi emri’l-müslimîne feleyse minhüm” Bir Müslim, diğer bir Müslüman kardeşinin sürûrunda müşareket etmeyi istedi mi ki ona, onun hüznüne iştirak etmekle âlâm ve mesâibinde muvâsatta bulunması lâzım gelir. Bu his ve şuur her bir mümin ve müminenin kalbinde temekkün etmeyecek olursa Müslümanları zelil eden, dinlerini muhatarada bırakan istismar ve düşmanlığından kurtuluşta ümit ve emel de kalmamış olur.
Ey Müslümanlar! Vallahi ben sizin işinize şaşırıyorum. Kendinize rahat ve saadet ve sükûnu nasıl reva görüyorsunuz? Sizin gayrınız ise kızgın ateşler ve işkenceler içinde kıvranıp durmaktadır. Bu hâliniz nasıl olacak? Resul aleyhissalâtu vesselâm diyordu ki: “Lâ yü’minu ehadüküm hattâ yuhibbu mâ yuhibbu li nefsih.” İster misiniz, Filistin’deki fecâyi gibi sizin de memleketinizde olsun? Şimdi Filistin’de olduğu gibi gençlerinizin boyunları bıçaklarla biçilsin; şimdi Filistin’de olduğu gibi kadın ve kızlarınızın ırzları hetk edilsin; Filistin’de olduğu gibi emvâliniz, ziynetleriniz selb edilsin. Bittabi kendiniz için böyle şeylere râzı değilsiniz. Ya din ve insanlıkta kardeşleriniz olanlara nasıl razı oluyorsunuz. Onlar da sizin gibi beşer değil midir? Onlarda da his ve şuurlu kalpler, zill ü hakarete razı olmayan, gayretli, aziz ruhlar yok mudur? Lâkin onların ruhları zill ü hakarete rıza gösterdiler; tek yalnız İslâmiyet zillet görmesin, Kur’an’a hakaret olunmasın, Beytullahü’l-Harem tedmir edilmesin.
Bilmiş olun ki Müslümanların geri kalması ve bugünlerdeki zaafı ancak bazısı diğer bir bazı(sını)n işlerine ehemmiyet vermediğinden neşet etmiştir. Bu tenâfur ve tenabüz isti’mârın vuhuş-ı zâdiyesine? av kılmış ve her yutanlara yutulması kolay ola bir lokma kılmıştır. İnsanı en ziyade rencide edecek bir şey varsa o da Müslümanlar, Rablerinin emrinden, Peygamberlerinin tavsiye etmiş olduğu şeylerden uzaklaşmaları ve onların menâfiine Kur’an’ın tersim etmiş olduğu kavâid-i hakîmesini terk etmiş olmalarıdır. Onun eteklerine, saçaklarına tutunmuş olaydılar bu mezbahaları ve bu dağılan âzâları görmemiş olurduk. “El Müslimü ehu’ll-müslim lâ yüzlime ve …” “İnnemel mu’minune ihvetun – Vel mu’minune vel mu’minatu ba’duhum evliyau ba’d” Ömer ibnü’l-Hattâb nerede? Hâl-i uzlette bulunan bu Müslümanlardan intikam almak için bunların meskenlerinde düşmanın yakmış olduğu ateşlerin yalımını gözüyle görmüş olsun. Bir de bu evlerden bir Müslüman adam Beyt-i Makdis’i müdafaayı kendi üzerine vâcib bilmiş de İslâm muhabbeti kokusunu almış olduğu hâlde kendisine gelecek işkence havfını atarak kendi reyini ilân edegeldikleri içindir.
Ali bin Ebî Tâlib nerede, facianın korkusundan ve havl u hayrette kalmış ve evlâtlarını tâhir ve temiz kanlarına bulanarak yere düştüklerini ve yaralarını sarmak ve onlara bulunmak şöyle dursun ve din ve vatanı müdafaa uğrunda hayatlarını kaybettiklerinde cenazelerini teşyi etmekten bile aralarını haylûlet edilmiş olan Müslüman kadınlarını kendi gözü ile görmüş olsun. Nerede Hâlid bin Velid? Sizin cümûdunuzu kendi gözü ile görmüş olsun. Ey Müslümanlar! Vallahi o bugün mevcut olaydı Filistin’deki kardeşlerinizi katledenlerden evvel sizi kılıcını çekerdi de peşin sizi katlederdi. Çünkü İslâm’ı müdafaadan tehalluf edenler, İslâm’a Yahudi ve İngiliz’den düşmanlığı daha ziyade şedittirler. Ey Müslümanlar! Nasıl yemek yiyorsunuz? Hâlbuki Filistin’de kalplerini açlık koparmış, dağların karyaları? arasında uyuklayanlar vardır. Nasıl elbise giyiyorsunuz? Hâlbuki Filistin kadınları, İngiliz zulüm ve adâveti ile musibet-dîde olan onların ellerindeki nasiplerine ağlasınlar diye erlerinin ve kendilerinin mevcudunu mesârif-i harbiye nâmıyla ne varsa selb ederek ellerindeki mâ-melekleri alınmış, üryan kalmışlardır. Gözleriniz uyku dolu olarak doya doya nasıl uyuyabiliyorsunuz? Filistin’de ise evlâtlarını kaybettiklerinden gözyaşlarıyla paralanan gözler vardır. Azap ve elemden ve isabet eden musibetlerden uykusuz kalan gözler vardır. Evlâtlarınız arasında evlerinizde nasıl ferahlanıyorsunuz? Filistin evlerinde ise her evden ciğer-pârelerini, erlerini kaybederek zâlim İngilizlerin zulmünden her birinin başlarına gelmiş şeyler üzerine vâveylâ vardır. Allah’ım, rahmet: Müslümanlar değişti, kalpleri merhametli iken katılaştı. Kabalaştı, his ve şuuru bulunmayan katı taş gibi oldu. Evet, Müslümanlar şüphesiz tebeddül etmiştir. Kendilerinde mevcut olan nahvet ve hamiyet, şecaat ve Necdet zâyi olmuştur. Belki yapmış oldukları kötü işleriyle, ihmal ve tekâsülleri ile merkez-i dini izâa ederek şeref ve meziyetlerini kaybetmiş oldular. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyü’l-azîm. Müslümanlar, evvelden düşmanları üzerine şeditler iken şimdi kendi ihvanına karşı şedit görünmektedirler. Allah’ım bize rahmet, buğuz ve adâvetini bizden kaldır. …. Sen Rahîm ve Alîm’sin.
Ey Müslümanlar! İngilizler ki yeryüzünde devletlerden en çok Müslümanlara onlar hükmetmektedir. İşte Filistin’de kardeşlerini tezlil ederek kendilerine kölelik yaptıranlar onlardır. Kardeşlerinizin hânelerinde ateş yakan onlardır. Kardeşlerinizi katleden, kadınlarınızı esir eden onlardır. Arap İslâm Filistin’inin, Yahudilerin olmasını isteyenler onlardır. İslâm’ın nişanlarını ve en eski erkânından olan bir rüknünü ve bünyânından en büyük bir binasını bombalar ve gülleleriyle ve tedmirdeki siyasetleriyle hedm etmeyi isteyenler onlardır.
Ey Müslümanlar! Filistin’e ait üzerinize teveccüh edecek birçok vâcipler vardır ki o vâcibâtı yapmayacak olursanız İslâmiyet’i öldürmüş ve Rabbinizi ve Peygamberinizi Aleyhiisselâmı igzâb etmiş olursunuz. Ey Müslümanlar! Size teveccüh edecek birinci vacip odur ki emvâlinizle Filistin’in yardımına koşarak o aziz ve şerefli canlarını hayata çevirmek ve dağ başlarına sürülenleri himaye ederek İngilizlerin adâvet ve tuğyanlarıyla tedmir edilmiş olan hâneleri bedelinde onları sığındıracak birtakım evlere döndürmektir. Beytüllâhü’l-Harâm’ı müdafaada bahadırlık gösteren o şerefli kimselere iştirak eden kadınların avrâtını örtmelisiniz ki sizi, zaafınız, kıllet-i iman ve adem-i hamiyet ve şecaatiniz onu müdafaadan ve kan ve canlarınızla müdafaa etmekten alıkoyan korkunuz olmuştur.
Ama Filistin’e ait, size teveccüh eden vâcibâttan ikincisi, İngiltere’de bulunan birtakım Yahudilerin çevirmiş olduğu siyasî rollerinde İngilizler, onların arzularına tâbi olarak İslâm’lara ait mukaddes bir hakkın enkazı üzerinde onlara bir devlet kurmak istiyor ki onun eczâsından bir cüz’üne bir şey ilişmeden evvel umumiyetle canlarınızı o uğurda ifnâ etmeniz lâzım gelir. İşte bunun için İngilizlerin Filistin’de her an ve her lâhzada kurmuş olduğu kanlı vak’alar üzerine bütün dünya devletlerine protestoda bulunmaktır. Vâcibâttan üçüncüsü, Müslümanlar cemî etrâf-ı âlemde ilân etmelidirler ki İngilizler, bu siyasetinden ve irtikâp etmiş olduğu bu fezâyihten vazgeçmeyecek olurlarsa – ki onlar âlemde medeniyet sancağını hâmil olduklarını iddia ettikleri gibi – saflarınızı tevhit etmeniz lâzım gelir de kardeşleriniz için bütün şiddetle çalışarak onlar için bu zâlimlerden intikam almalısınız. Bir da onların eşya ve emtiasını kendinize haram etmelisiniz. Onların zâlimâne siyasetlerini yeryüzünde hisseden Müslümanlar, eksik olmadığını bilmiş olsunlar.
Filistin’e ait üzerinize teveccüh eden dördüncü vâcib ve benim inancımda en ehemmiyetli en mukaddesi ki İngiliz ve Yahudiler, bu siyaseti terk etmeyecek olurlarsa Filistin için bir gönüllü kapısı açılmalıdır da ilk önce be ruhumu avcuma alarak mücâhidîn-i ebrârın şerefine, en büyük şerefe nâil olmak için Beytullahu’l-Harâm’ı müdafaa yolunda kurbanlık mezbahasında en peşin kurbanlardan biri olmak üzere bu sufûfa takaddüm edeceğim. “Ülâike ashâbü’l-cenne hâlidîne fîhâ cezâi bimâ kâbu ya’melûn” Şânı Celîl olan Mevlâ’nın Allah yolunda mücahede edenlere vaad etmiş olduğu ecr-i azîme nâil olacağım: “Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm.” “İnnellezine âmenû vellezîne hâcerû vecâhedû fî sebîlillâhi ülâike yercûne rahmetallâh(i) vallâhu gafûrun rahîm.”
Ey Müslümanlar! Artık o uzun boylu uykunuzdan tembellik gubârından silkinmeli ve gâfil olduğunuz şeye gözlerinizi açarak uyanmalısınız. Zira İngilizler, Müslüman memleketlerini müstemleke yaparak yalancı bir hürriyet ve uğursuz bir medeniyet nâmıyla fesadı neşretmektedir. Şarap, kumar, fısk u fücur, hayâsızlık, namussuzluk ve kadın erkek ihtilâtı ve ne kadar İslâm dinine muhalif şeyler varsa orada bahasına? gitmektedir. İşte tam yarım asır bunun üzerine devam ettiler. İslâmiyet ise bununla beraber yine Allah’ın kudreti ile mahfuz kaldı. Sonra düşündüler ve çok düşündüler de tâ ki şeytanları onları Yahudilere yardım etmek yolunu göstermiş oldular. Bütün milletler, bunların şerrinden bîzâr olarak istimdat etmekte bulundukları bu tâifenin eline sizin mukaddes beytiniz ve Allah’ın beyt-i mahremi geçmiş bulunsun da işi maynalaştırdıktan sonra kendi ibadethanelerinden birine tahvil etmiş olurlar da işte o vakit ebeden sahife-i ârı kendinize yazmış olursunuz. Ve Allah’a arz olunacağınız günde de yüzlerinize zillet ve rüsvâlık çökecek. O katı ve sıkıntılı günde size soracak ki: Kardeşlerinizin boynuna zulüm kılıcı indirilmiş olduğu bir günde “Beytullahü’l-Haram tehlikededir” diye yüksek sedalarıyla istimdat ettiklerinde ne yaptınız? Bu sedaları işitmemek için yoksa parmaklarınızı kulaklarınıza mı koydunuz? Gazeteler, kardeşlerinizin ahbârını size naklettiği ve İngilizlerle Yehud tarafından onlara kötülük ve çirkinlikler döküldüğü günde onlara ne takdim ettiniz? Sizden istediler lâkin sizin kalbiniz yumuşamadı. Göklere çıkan o eninleri kulaklarınız işitmedi. O darmadağınık âzâları, o nezih ve tâhir kanları ve o caddeler ve sokakları dolduran şerefli çeşmeleri gözleriniz görmedi. Bugün takdim ettiğiniz şeyin cezasına nâil olacaksınız. Şüphesiz Allah’ın hesabı şedittir. Ey Müslümanlar! Bu büyük mahşerde kendinizi bir kenarda görüyorsunuz çünkü siz şerefinizi zay’ ettiniz. Şecaatinizi kaybetmiş, her şeyinizi hatta Peygamberinizin rızasını bile ziyan etmiş bulunuyorsunuz.
Ey Müslümanlar! İki şey vardır, bunların daha bir üçüncüsü yoktur: Ya siz Müslümansınız da sizden istemi olduğum şeyi kendiniz vereceksiniz veyahut siz – el iyâzu billâh – bundan gayrısınız da Allah sizin işinizi görmüş olacaktır. Velâ havle velâ kuvvete illâ billah ve innâ lillâh ve innâ ileyhi râcûn.
Ama ey Filistin ahâlisi, şüphesiz, siz kendinize Filistin gibi bir yer için misli sebkat etmemiş, dehrin ebedî şerefli bir tarih yazmış olmadınız. Şüphesiz siz canlarını heba ederek kanlarıyla İslâm’ı izâz eden Fatih’in sülâlesi olduğunuzu ispat etmiş oldunuz. Onlara cennet farz oldu. Sizin de yapmış olduğunuz şeyleri tebrik ederiz. İyi biliniz ki nusret sizin müttefikiniz olacaktır. Allah size yardım edecektir. Müdafaanızda devam edin. Çok, az kimseler, çok olan kimselere Allah’ın izni ile galebe etmiştir.
Mısır Darülfünunu Hukuk Külliyesi’nde
Azize Abbas Asfour