DOLAR 36,1249
EURO 37,7568
ALTIN 3.387,96
BIST 9.898,90
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 11°C
Az Bulutlu
İstanbul
11°C
Az Bulutlu
Cum 13°C
Cts 10°C
Paz 5°C
Pts 7°C

İçsel Yolculuk ve Kaçışın Anlamı

İçsel yolculuk ve kaçışın anlamını keşfedin. Bu yazıda, insan ruhunun derinliklerine inerek, kaçışın ardındaki motivasyonları ve bu yolculuğun yaşamımıza kattığı değerleri ele alıyoruz.

06.01.2025
A+
A-

Hayal kırıklığına uğrayan bir insan, eşyalarını toplar gibi hayatını yeniden düzenlemeye çalışır; anılarından, tanıdığı diğer yüzlerden ve mekânlardan uzaklaşarak bir kaçış arayışına girer. Bu kaçış gerçekleşir, bavullar hafifler ama ruhundaki yük ağırlaşır. Çünkü yolcu, nereye giderse gitsin, kendisinden kaçamaz; nereye giderse gittiği yere beynini de taşır. Trenler uzak köylere, gemiler sessiz limanlara ulaşabilir ama insan zihni, her gittiği yerde onu yeniden karşılar. Şuuraltı dediğimiz o dipsiz kuyuda yankılanan sesler, dış dünyadan kaçışın beyhude olduğunu hatırlatır.

Dostoyevski’nin Raskolnikov’u gibi, suçtan kaçabilirsiniz belki, ama vicdanın soğuk nefesi her adımda ensenizde olacak. Tolstoy’un İvan İlyiç’i gibi, bir ömrü unutarak yaşayabilirsiniz; ta ki o kaçınılmaz gerçekle baş başa kaldığınız ana dek. İşte şuuraltı, insanın sırtını dönüp görmezden geldiği her şeyi bir mahkeme gibi önüne serer. Şuuraltı, insanın aynasıdır; başımızı çevirmeye çalıştığımızda görüntümüzü karşımıza yeniden yerleştirir. Hatırlamadığımız çocukluk travmaları, bastırılmış arzular, yarım kalmış öfkeler ve sorular… Hepsi, gece lambası söndüğünde karanlık odada üzerimize gelir.

Kaçmak, insana bir süreliğine özgürlük duygusu verebilir; yeni şehirler, yeni yüzler… Ama şuuraltı, bir gölge gibi peşimizden gelir. O, ne zamana ne de mekâna bağlıdır. Unutulmuş bir taşra kasabasındaki sessizlikte de, kalabalık şehirlerin kaosunda da aynı sesle fısıldar: “Buradayım.” Tolstoy’un derin gözlemlerini hatırlayalım: İnsanın huzur arayışı, çoğu zaman kendi içindeki fırtınaları susturmak için dış dünyayı düzenleme çabasına dönüşür. Ama bu çaba, bir çocuk gibi denizin kumlarına kale yapmaya benzer; dalgalar her seferinde kaleyi yerle bir eder.

Şuuraltında da öyle; bastırılan her şey ansızın geri gelir, hem de daha güçlü bir tazyikle. Dostoyevski’nin karanlık derinliklerine inelim şimdi: İnsan, en çok kendinden korkar. Başkalarına karşı maskeler takabilir, yalanlar söyleyebilir, ama kendi zihnine karşı savunmasızdır. Bu yüzden şuuraltıyla yüzleşmek, mahkeme salonunda kendi kendine hâkimlik yapmaya benzer. Suçlayacak kimse yoktur, çünkü sanık da sizsiniz, yargıç da. Peki, kurtuluş mümkün mü? Belki de değil. Çünkü insan, geçmişiyle ve korkularıyla bir bütündür. Ama Tolstoy’un “Diriliş”inde bulduğumuz o ince umut ışığı gibi, yüzleşmek sahici bir başlangıç olabilir.

Kaçmak yerine durup bakmak, o karanlık aynaya gözlerimizi dikip kendi gerçeğimizi görmek… İşte bu, özgürlüğün en saf hâlidir. Sonuçta insan, kaçabileceği bir dünya inşa edebilir ama kendi zihninin duvarlarından hiçbir zaman sıyrılamaz. Belki de bu, yaşamın en trajik yanıdır; aynı zamanda da en insani olanı. Çünkü kendinden kaçamayacağını bilen, nihayet kendiyle barışmaya başlayabilir.

Anlamak, kaçıştan çok, yüzleşmekle mümkündür. İnsan, kendi benliğinden kaçtıkça, daha da yalnızlaşır. Pessoa’dan ilhamla, belki de kendini tanımak en büyük cehennemdir. Yüzleşmenin ne kadar acı verici olabileceğine dair bu söz, insanın kendisiyle yüzleşmesinin aynı zamanda korkutucu olabileceğini de ifade eder. İnsanın ruhsal dünyasında sürekli yankılanan içsel sesler, çıkmaza sürüklenişin işaretidir. Zihnin, şuuraltındaki travmalarla dolu karanlık labirentlerinde kaybolmuşken, kişi dış dünyada aradığı huzuru asla bulamaz. Benliğin en derin adasındaki yalnızlık, insana ne kaçacak bir yer ne de çıkış imkânı sunar.

Bu yüzden gerçek özgürlüğün içimizdeki esaretten kurtulmak olduğu öğretisi belki de bizi bir nebze rahatlatır. Ruhi ıstıraplarla boğuşanların kaçışları çoğu zaman beynin ilüzyonudur. Yola çıkmak, âşık olmak, coşkuyla yaşamak, slogan atmak… Hepsi bu ilüzyonun aparatlarıdır. Dolayısıyla şuuraltı, hem bir korku mahzeni hem de insanın kimliğini anlaması için bir yol göstericidir. Her insan kendi iç yolculuğunun içinde kaybolur, çünkü “İçindeki sen, dışındaki senin göremediği bir sen.”

Şuuraltı, bir nevi kişinin derinliklerindeki gerçekliğin, bastırılmış arzuların, kaybolmuş hayallerin, öfkenin ve korkuların gizlendiği yerdir. Fakat bu yerin derinliklerine inilmeden gerçek benlik anlayışına ulaşmak imkânsızdır. Kaçmak, sadece basit rahatlama olanağı sağlar ama insanın en derinindeki gerçeğe ulaşmadıkça, huzura ermesi de mümkün olmayacaktır. Şuuraltı ile yüzleşmenin insana en nihai özgürlüğü getireceğine inanmak aslında en mantıklısıdır.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.