Sonsuz Yaşamın Bedeli: Organ Nakli, Ksenotransplantasyon ve Yaşlanma Üstüne Yeni Perspektifler
Sonsuz yaşam düşüncesi, organ nakli, ksenotransplantasyon ve yaşlanma üzerine yeni perspektifler sunan kapsamlı bir inceleme.
Bu hafta Pekin’deki askeri geçit töreninde beklenmedik bir tartışma çıktı: organ naklinin, belki de defalarca yapılabilecek nakillerle bir kişinin yaşını yeniden yazabileceği fikri. Şi Jinping ile Putin arasındaki konuşmada, bir çevirmen tarafından sunulan görüşler, insan organlarının sürekli olarak değiştirilebilmesiyle yaşın düşünüldüğü gibi sınırlı olmayabileceğini öne sürüyordu. Ancak bu düşünce, pratikte karşılaşılan risklerle dolu bir geleceğe işaret ediyor.
İngiltere’de organ nakli çalışmaları, bu müdahalelerin hayat kurtardığını gösteriyor. Son 30 yılda 100.000’den fazla kişi bu yolla yaşamını sürdürmüş durumda. Gelişen tıp ve teknolojiler, nakledilen organların ömrünü uzatıyor: bazı böbrekler 50 yılın üzerinde çalışabiliyor; canlı donörden alınan bir böbreğin ömrü yaklaşık 20–25 yıl, ölü donor içinse 15–20 yıl gibi süreler söz konusu. Ayrıca karaciğer, kalp ve akciğerler gibi organların tipine göre beklenen dayanma süreleri de değişiyor; Journal of Medical Economics’e göre karaciğer yaklaşık 20 yıl, kalp 15 yıl, akciğerler ise yaklaşık 10 yıl dayanabiliyor.

Sonsuz yaşam bileti mi? Putin ve Şi’nin konuşmasında birden çok organın nakli ya da defalarca nakil olasılığı vurgulanmış olsa da, bugün için bu tür ameliyatlar ciddi riskler içeriyor. Nakil sonrası immünosupresan adı verilen güçlü ilaçlar, bağışıklık sistemini baskılayarak organ reddini azaltmayı amaçlar; ancak bu ilaçlar yüksek tansiyon, enfeksiyon riski ve diğer yan etkiler doğurabilir. Hatta bazı durumlarda bile organlar reddedilebiliyor.
Bilim insanları, daha uyumlu organlar üretmek için farklı yönlerden çalışıyor. Genetiği değiştirilmiş domuzlardan elde edilecek organlar veya insan genlerinin gen farklılığı azaltacak şekilde eklenmesiyle ksenotransplantasyon alanında ilerleme kaydedildi. Bu yolla bir kalp ve böbrek naklini başarıyla gerçekleştiren deneyler mevcut; ancak bu yöntemler hâlâ erken aşamada ve geniş çaplı güvenlik testleri gerekiyor. Aynı zamanda kendi hücrelerimizden yeni organlar üretme fikri de üzerinde yoğunlaşılmış durumda; kök hücrelerle insan timusu gibi temel organların yeniden inşası veya bağırsak parçalarının tükenmişlik durumuna yönelik özelleştirilmiş nakiller üzerinde çalışılıyor.
2020’nin aralık ayında UCL ve Francis Crick Enstitüsü’nden bilim insanları, insan kök hücreleri ile biyomühendislik ürünlerinin bir araya geldiği bir süreçle bağışıklık sisteminde kritik rol oynayan timusu yeniden inşa etti. Bu çalışma, farelere nakledildiğinde olumlu sonuçlar verdi. Londra’daki Great Ormond Street Hastanesi ise hasta dokusundan elde edilen kök hücrelerle bağırsak parçaları üretiyor ve bunun gelecekte kişiselleştirilmiş nakiller için umut vadettiğini belirtiyor. Ancak bunlar, hastalıklara karşı tedavi amaçlı gelişmeler olarak görülüyor; 150 yaşını hedefleyen insan ömrünü garanti eden çözümler olarak değil.
Bu arada teknoloji girişimcisi Bryan Johnson, biyolojik yaşını düşürmeye çalışırken yıllık olarak milyonlarca dolar harcıyor. Oğlunun plazmasını kendisine enjekte eden Johnson, şimdi tıbbi soruşturmaların hedefinde. Yetkili kurumların incelemeleri sürerken, bazı uzmanlar plazma replasmanı gibi yaklaşımların da hâlen deneysel kaldığını ve yaşam süresine anlamlı bir etki sağlayıp sağlayamayacağının belirsiz olduğunu belirtiyor. Dr. Julian Mutz, bu tür yaklaşımların yaşam süresi üzerinde net bir sonuç doğurup doğurmayacağını bilmenin zor olduğunu ifade ediyor; özellikle maksimum ömür üzerinde kesin konuşmak şu aşamada mümkün değil.
Edinburgh Üniversitesi Roslin Enstitüsü’nden Prof. Neil Mabbott, insan ömrünün sınırını 125–126 yıl olarak düşünürken, en yaşlı kişinin 122 yıl yaşadığı Jeanne Calment örneğini hatırlatıyor. Ancak yaşlandıkça bağışıklık sistemi ve vücudun iyileşme kapasitesi üzerinde baskılar artıyor; nakil sonrası süregelen bağışıklık baskısı, enfeksiyon ve travmalara karşı savunmayı zorlaştırıyor. Yine de Mabbott, uzun vadede hedefin sadece daha uzun yaşam değil, yaşlanmaya bağlı hastalıkları azaltan ve kaliteli yaşam süresini uzatan çözümler olduğunu vurguluyor. Bu alandaki gelişmelerin, insanların hayatını değiştirebilecek kadar kapsamlı olup olmadığını zaman gösterecek.